Sual:
İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret
etmesi lâzım bir mu’cize iken âlemce o kadar şöhret bul-
mamıştır. esbabı nedir?
Cevap:
Matlâların ihtilâfı ve havanın bulutlu olmasının
ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve
vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın anî ol-
ması gibi esbaptan dolayı, herkesçe o vak’anın görün-
mesi ve malûm olması lâzım gelmez. Maahaza, Hicaz
matlâıyla matlâları bir olan yerlerde, o gece yollarda bu-
lunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua gel-
diği hakkında çok rivayetler vardır.
diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Beyin evinde, 19 Şubat 1331 tarihin-
de, Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken, şu şekl-i
garip, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuy-
la, müellif Bediüzzaman’ın esaretine rast gelir.
sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cize-
ler ve harikalar bahsinde o gece hu-
sule gelmesi, müellifin ruslara esir
düştüğüne ve beraberinde bulunan
bazı talebelerinin şehit olarak kanla-
rının dökülmesine harika bir işarettir.
Said’inKüçükKardeşi,
YirmiSenelikTalebesi
Abdülmecid
Ve keza, bu nakış, başı kesilmiş bir
yılanın, kuyruğunu müellif Bediüzza-
man’a sarmış olduğuna ve müellifin
yaralı olarak otuz saat ölüme munta-
zıran su arkının içinde kaldığı yere
benziyor ve o vaziyeti andırıyor.
EskiSaid’inEhemmiyetliTalebesi
Hamza(*)
âlem:
dünya, cihan.
arabî:
Arapça.
ehemmiyetli:
önemli.
esaret:
esirlik, harb esirliği, tutsak-
lık.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
esir:
tutsak.
gaflet:
gafillik, boş bulunma, ihti-
yatsızlık, dikkatsizlik.
garip:
tuhaf, hayret verici.
harika:
olağanüstü vasıflar taşı-
yan ve hayranlık hissi uyandıran.
ihtilâf:
farklı olma, ayrı oluş.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
inşikak:
bölünme, çatlama, yarıl-
ma.
inşikak-ı kamer:
ayın ikiye bölün-
mesi, ayın yarılması; Hz. Peygam-
berin müşriklere karşı göstermiş
olduğu ayın yarılıp ikiye ayrılma
mu’cizesi.
kafile:
aynı yöne giden taşıt veya
yolcu topluluğu.
kervan:
uzak yerlere yolcu ve ti-
carî eşya taşıyan kafile, deve, ka-
tır, v.b. yük hayvanı katarı, ticaret
kafilesi.
kesb-i şöhret:
şöhret kazanma,
ün yapma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
matlâ:
tulû edecek, doğacak yer.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
muntazıran:
bekleyerek, inti-
zar ederek.
müellif:
eser telif eden, yazan.
nakış:
işleme, süsleme.
naklen:
anlatma veya hikâye
yoluyla.
nüsha:
suret.
rasathane:
gözlem evi, rasat
yapılan yer.
rivayet:
açıklama, nakledilen
sözler ve olaylar.
sual:
soru.
sükût:
işgal, düşüş.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canı-
nı feda ederek savaşta vuru-
lup ölen Müslüman.
şekl-i garip:
garip şekil, şaşıla-
cak, bambaşka biçim, şekil;
bambaşka bir çeşit, bambaş-
ka bir suret.
talebe:
öğrenci.
tebyiz:
müsveddeyi temize
çekme, beyaza çekme.
tefsir:
açıklama, izah.
tevafukan:
tevafuk olarak,
uygun gelerek, raslayarak.
vaki:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
vaziyet:
durum.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
( * ) Bu resim ilk asıl nüshadan aynen alınmıştır. (M.S., 1993.)
B
akara
S
ureSi
| 288 | İşaratü’l-İ’caz