kelime mihenk taşına vurularak, altından maada bir ba-
kır eseri görülmemiştir. Bu ağır imtihandan sonra,
kur’ân-ı Azîmüşşan’ın ihtiva ettiği mezâyâ, letaif, ha-
kaikın hiçbir beşer kelâmında bulunmadığına şahadet
etmişlerdir. onların sıdk-ı şahadetleri şöylece ispat edi-
lebilir:
kur’ân’ın insan âleminde yaptığı büyük inkılâp ve te-
beddül ve şark ve garbı içine alan tesis ettiği din, diyanet
ve zamanın geçmesiyle gençlik ve şebabiyetini ve teker-
rür ettikçe halâvetini muhafaza etmesi gibi harika hâlle-
ri,
(1)
? '
Mƒ o
j l
? r
Mn
h s
’ p
G n
ƒo
g r
¿ p
G
ayetini okuyup ilân ediyorlar.
ÜçüncüTarik:
Belâgat imamlarından meşhur Cahız’ın
tahkikatına göre, Arap edip ve beliğlerin Hazret-i Mu-
hammed Aleyhissalâtü Vesselâmın davasını kalemle ip-
tal etmeye, tarife gelmez derecede ihtiyaçları vardı. Ve o
Hazrete karşı olan kin, adavet ve inatlarıyla beraber, en
kolay, en yakın, en selim olan kalem ve yazıyla mua-
razayı terk; ve en uzun, en müşkül, en tehlikeli ve şüp-
heli seyf ve harble mukabeleye mecburen iltica ettiler.
suret-i kat’iyede bundan anlaşıldı ki, kur’ân’ın benzerini
yapmaktan âciz kalmışlardır. zira, her iki yolun arasın-
daki farkı bilmeyenlerden değildiler.
Binaenaleyh, birinci yol iptal-i dava için daha müsait
iken, onu terk edip, hem malları, hem canları tehlikeye
atan başka bir yola sülûk eden, ya sefihtir –hâlbuki Müs-
lüman olduktan sonra siyaset-i âlemi eline alanlara sefih
denilemez– veya birinci yola sülûktan kendilerini âciz
adavet:
düşmanlık, husumet.
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
beliğ:
belâgatle, düzgün ve sanatlı
olarak meramını anlatan.
beşer:
insan, insanlık.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
diyanet:
dinî emirlere riayet, din-
darlık.
garp:
Batı, Batı ülkeleri.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
halâvet:
tatlılık, şirinlik.
harika:
olağanüstü.
harb:
savaş.
hazret:
saygı, ululama, yüceltme,
övme maksadıyla kullanılan tabir.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iltica:
sığınma, barınma.
imam:
önder, rehber.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kelâm:
söz, konuşma.
kin:
gizli düşmanlık, garaz.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
letaif:
manevî duygular.
maada:
başka, gayri, -den başka.
mecburen:
ister istemez, cebirle,
zorunlu olarak, zorla, zoraki.
mezâyâ:
meziyetler, üstünlük va-
sıfları.
mihenk:
bir insanın kıymetini, ah-
lâkını anlamaya yarayan vasıta,
1.
O ancak kendisine vahyolunanı söyler. (Necm Suresi: 4.)
B
akara
S
ureSi
| 292 | İşaratü’l-İ’caz
ölçü.
muaraza:
kavga, çekişme.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık.
müsait:
uygun, münasip.
müşkül:
güç, zor, çetin.
sefih:
faydayı zararı ayırdet-
me yeteneğinden mahrum
olan; beyinsiz, akılsız.
selim:
tehlikesiz, zararsız.
seyf:
kılıç.
sıdk-ı şahadet:
şahitliğin doğ-
ru olması.
siyaset-i âlem:
dünya siyase-
ti.
suret-i kat’iye:
kesin bir şekil-
de.
sülûk:
bir yola girme, bir yol
tutup o yolda terakki merte-
belerine devam etme.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
şark:
doğu.
şebabiyet:
gençlik, tazelik, yi-
ğitlik.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tarik:
yol.
tebeddül:
başkalaşma, değiş-
me.
tekerrür:
tekrarlanma.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.