İşte Arap kavmi böyle bir vaziyette iken ve zihinleri de
bahar çiçekleri gibi yeni yeni açılmaya başlarken, birden-
bire kur’ân-ı Azîmüşşan, yüksek belâgatiyle, harika fe-
sahatiyle, Mele-i Âlâdan yeryüzüne indi. Arapların me-
dar-ı iftiharları ve timsal-i belâgatleri olan ve bilhassa kâ-
be duvarında teşhir edilmek üzere altın suyuyla yazılmış
muallâkat-ıSeb’a
ünvanıyla anılan en meşhur ediplerin
en beliğ ve en fasih eserlerini iftihar listesinden sildirtti.
Maahaza, Hazret-i Muhammed (
AsM
), kur’ân’la mu-
arazaya ve kur’ân’a bir nazire yapılmasına onları şiddet-
le davet etmekten geri durmuyordu, damarlarına dokun-
duruyordu, techil ve terzil ediyordu. o Hazretin yaptığı
böyle şiddetli hücumlara karşı, o ümera-i belâgat ve hük-
kâm-ı fesahat ünvanıyla anılan Arap edipleri, bir keli-
meyle dahi mukabelede bulunamadılar. Hâlbuki, kibir ve
azametleri, enaniyetleri ve göklere kadar çıkan gururları
iktizasınca, gece gündüz çalışıp kur’ân’a bir nazire yap-
malı idiler ki, âleme karşı rezil ü rüsva olmasınlar.
demek, bu meselenin uhdesinden gelemediklerinden,
yani kur’ân’ın bir benzerini yapmaktan âciz kaldıkların-
dan sükûta mecbur olmuşlardır. İşte onların bu ıztırarî
sükûtları, aczlerini meydana çıkardı. Ve bunların aczle-
rinden de, i’caz-ı kur’ân’ın güneşi tulû etmiştir.
İkinciTarik:
kelâmların hasiyetlerini, kıymetlerini, me-
ziyetlerini bilip, altınlarını bakırından tefrik eden bütün
ehl-i tahkikten, tetkikten, tenkitten, dost ve düşmanlar
tarafından, kur’ân-ı kerîm, sure sure, ayet ayet, kelime
böyle olmakla beraber.
Mele-i Âlâ:
yüce âlem; Cenab-ı
Hakka daha yakın olan büyük
meleklerin toplandığı âlem.
mesele:
konu.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerli-
lik vasfı.
Muallâkat-ı Seb’a:
yedi askı;
Kur’ân nazil olmadan önce, meş-
hur Arap şairlerinin en beğenilmiş
şiirlerinden, Kâbe’nin duvarına
asılmış olanları.
muaraza:
birbirine karşı gelme,
söz ile karşılıklı mücadele.
mukabele:
karşılık.
nazire:
bir şairin manzum bir ese-
rine, diğer bir şair tarafından aynı
vezin ve kafiyede olmak üzere ya-
zılan benzer şiir.
rezil ü rüsva:
kusur ve ayıpları
meydana çıkarılmış, toplum için-
de ayıplanacak bir duruma düş-
müş, kepaze olmuş insan.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
sükût:
susma, sessiz kalma.
tarik:
yol.
techil:
cehaletle, cahillikle suçla-
ma.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
tenkit:
eleştirme.
terzil:
rezil etme, itibarını düşür-
me.
teşhir:
ilân etme, herkese duyur-
ma, gösterme.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
tulû:
doğma, doğuş.
uhde:
sorumluluk.
ümera-i belâgat:
belâgat liderle-
ri.
ünvan:
ad, isim, lâkap; şöhret, ad,
isim.
vaziyet:
durum.
zihin:
hafıza, bellek.
İşaratü’l-İ’caz | 291 |
n
üBüvveT
h
akkında
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlem:
dünya, cihan.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; bir şeyde saklı
bulunan derin anlam.
beliğ:
belâgatle, düzgün ve
sanatlı olarak meramını anla-
tan.
bilhassa:
özellikle.
edip:
edebiyatçı, edebiyatla
meşgul olan.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştı-
ranlar, gerçeğin peşinden gi-
denler.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fasih:
aşikâr, sarih, açık.
fesahat:
dilin doğru, düzgün,
açık ve akıcı şekilde kullanıl-
ması.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve
değerli tutarak böbürlenme.
harika:
olağanüstü.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
hazret:
saygı, ululama, yücelt-
me, övme maksadıyla kullanı-
lan tabir.
ıztırarî:
mecburî, zorunlu.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’ci-
zeliği.
iftihar:
gurur, övünme.
iktiza:
gerek, lüzum.
kavim:
millet; aralarında dil,
âdet, örf, kültür birliği olan in-
san topluluğu.
kelâm:
söz, konuşma.
kıymet:
değer.
kibir:
büyüklük satma; kendi-
ni başkalarından üstün görme
ve gösterme.
maahaza:
bununla birlikte,