yaptığıbutenezzülât-ıİlâhiye
, insanların zihinlerini haka-
ikten tenfir edip kaçırtmamak için İlâhî bir okşamadır.
Bunun için, müteşabihat denilen kur’ân-ı kerîm’in üs-
lûpları, hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri
görmek için, avam-ı nâsın gözüne bir dürbün veya nu-
maralı birer gözlüktür. Bu sırra binaendir ki; büleğa, bü-
yük bir ölçüde ince hakikatleri tasavvur ve dağınık mana-
ları tasvir ve ifade için istiare ve teşbihlere müracaat edi-
yorlar. Müteşabihat dahi ince ve müşkül istiarelerin bir
kısmıdır. zira, müteşabihat, ince hakikatlere suretlerdir.
• “
Kur’ân’damüşkülâtvardır”dedikleribirincişüphe-
ninikincikısmınacevap:
İşkâl dedikleri şey ya üslûbun pek yüksek ve muhtasar
olmasıyla mananın çok derin ve inceliğinden ileri gelir
(kur’ân’ın müşkülâtı bu kabîldendir) veya ibarede karışık
ve düğümlü noktaların bulunmasından neş’et eder (kur’-
ân-ı kerîm bu kısım müşkülâttan müberra ve münezzeh-
tir). Acaba cumhurun zihninden uzak ve pek derin haki-
katleri kolay ve kısa bir suretle avam-ı nâsın fehimlerine
yakınlaştırmak ayn-ı belâgat değil midir? Belâgat, muk-
teza-i hâli müraattan ibaret değil midir? Hey gözlerin kör
olsun herif!
•
“Yaratılıştavemaddiyatadairmeselelerde,Kur’ân
müphemgeçmiştir”dedikleriikincişüphelerinecevap.
şöyleki:
Şecere-i âlemde, meylü’l-istikmal vardır. Yani, kâ-
inatın, bir ağaç gibi, bütün zerratı ve eczası kemale
meyleder ve kemale doğru yürümektedirler. o umumî
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulur cins-
ten şeyler.
mana:
anlam.
mesele:
konu.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
meylü’l-istikmal:
olgunluğa er-
meyi isteme arzusu; bir şeyin ol-
gunluğa, kemale erme istek ve ar-
zusu. kemale erme kabiliyet ve
arzusu.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
mukteza-i hâl:
hâlin gerektirdiği
şekilde, hâlin gereği, duruma gö-
re, icabına göre.
müberra:
temize çıkmış, aklan-
mış; müstesna, azade.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
müphem:
mahiyeti belli değil, be-
lirsiz.
müraat:
gözetme, riayet etme.
müracaat:
başvurma, danışma.
müşkül:
güç, zor, çetin.
müşkülât:
müşküller, güçlükler,
zorluklar, çetinlikler.
müteşabihat:
Kur’ân-ı Kerîm’in
manası açık olmayan ayetleri,
müteşabih ayetler, mecazî mana-
ya elverişli ayetler.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
sır:
gizli mana, çıkan anlam.
suret:
nüsha, kopya.
şecere-i âlem:
kâinat ağacı; ağa-
ca benzeyen kâinat.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tasvir:
betimleme, başka bir ifade
ile anlatma.
tenezzülât-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın kullarının anlayış seviyelerine
göre konuşması ve derin hakikat-
leri, anlayabilecekleri ifadelerle
beyan etmesi.
tenfir:
nefret ettirme, iğrendirme,
tiksindirme.
teşbih:
benzetme.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zihin:
hafıza, bellek.
İşaratü’l-İ’caz | 281 |
n
üBüvveT
h
akkında
avam-ı nâs:
insanların ilmî, ir-
fanı kıt, okuma yazması az,
fikren zayıf olanları.
ayn-ı belâgat:
belâgatin ta
kendisi; yerinde, muhatabına
uygun, makamın münasip gü-
zel söz söylemenin ta kendisi.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; bir şeyde saklı
bulunan derin anlam.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
büleğa:
beliğ olanlar, belâgat
sahipleri, düzgün ve tertipli
olarak meramını iyi bir tarzda
anlatanlar.
cumhur:
halk, ahali, umum
topluluk.
dair:
alâkalı, ilgili.
dürbün:
uzak gören, uzağı
gösteren.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
fehim:
zeki, anlayışlı, akıllı,
kavrayışlı.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
ibare:
metin, cümle veya bir
kaç cümleden oluşan söz gru-
bu.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan, müteşekkil.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
istiare:
bir kelimeyi konuldu-
ğu manada kullanmanın da
caiz olmasıyla beraber, başka
bir manada kullanma sanatı.
işkâl:
müşküllük, güçlük, zor-
luk.
kabil:
soy, nevi, sınıf, cins, tür.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kemal:
olgunluk, fazilet.