AzizArkadaş!
Bu meselelerde yazılan muhakemelerin neticesi ola-
rak şu gelen kaideleri de koynuna koy; sana lâzım olur.
1. Bir şahıs çok fenlerde ihtisas sahibi olamaz.
2. İki şahıstan sudûr eden bir söz, istidatlarına göre te-
favüt eder. Yani birisine göre altın, ötekisine nazaran
kömür kıymetinde olur.
3. Fünun, fikirlerin birleşmesinden hâsıl olup, zama-
nın geçmesiyle tekâmül eder.
4. eski zamanda nazarî olup, bu zamanda bedihî ol-
muş olan çok meseleler vardır.
5. zaman-ı mazi bu zamana kıyas edilemez; araların-
da çok fark vardır.
6. sahra ve çöl adamları, basit ve saf insanlar oldu-
ğundan, medenîlerin medeniyet perdesi altında gizleye-
bildikleri hile ve desiseleri bilmezler ve gizleyemezler; her
işleri merdanedir, kalbleri ve lisanları birdir.
7. Çok ilim ve fenler vardır ki, âdetlerin telkiniyle, vu-
kuatın talimiyle ve zamanla, muhitin yardımıyla husule
gelirler.
8. Beşerin nazarı, istikbale nüfuz edemez, hususî key-
fiyat ve ahvali göremez.
9. Beşer için bir ömr-i tabiî olduğu gibi, yaptığı kanun-
lar için de bir ömr-i tabiî vardır; onun nihayeti olduğu gi-
bi, bunun da nihayeti vardır.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
ahval:
hâller, durumlar.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bedihî:
delilsiz, açık olan, besbelli,
aşikâr.
beşer:
insan, insanlık.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
fen:
hüner, marifet, sanat, ilim.
fünun:
fenler.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
husul:
olma, meydana gelme.
hususî:
özel.
ihtisas:
bir ilim veya sanat dalı
üzerinde derinleşme, bir sahada
geniş bilgi sahibi olma, uzmanlık.
ilim:
bilgi, marifet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istikbal:
gelecek zaman.
kaide:
kural, esas, düstur.
keyfiyat:
nitelikler.
B
akara
S
ureSi
| 276 | İşaratü’l-İ’caz
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi
başka bir şeye benzeterek
hüküm verme.
lisan:
dil.
medenî:
uygar, modern.
medeniyet:
medenîlik, şehir-
lilik, uygarlık.
merdane:
mertçesine.
mesele:
konu.
muhakeme:
bir dava ile ilgili
tarafların hâkim huzuruna çık-
maları, duruşma.
muhit:
yöre, çevre.
nazar:
bakış, dikkat.
nazaran:
nispeten, kıyaslaya-
rak, göre.
nazarî:
uygulanmamış, uygu-
lamaya dayalı olmayan, yalnız
görüş hâlinde bulunan, teorik.
nihayet:
son.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
ömr-i tabiî:
tabiî olan, Allah
tarafından belirlenen, takdir
edilen hayat müddeti.
saf:
halis, temiz kalbli, hilekâr
olmayan.
sahra:
büyük çöl, geniş saha.
sudûr:
sâdır olma, meydana
çıkma, olma.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğ-
retme.
tefavüt:
farklılık, iki şey ara-
sındaki fark.
tekâmül:
kemal bulma, ke-
male erme, olgunlaşma.
telkin:
öğüt verme, fikir ver-
me.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hâdiseler, olaylar.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.