İşaratü'l İ'caz - page 267

ÜçüncüNükte:
Malûmdur ki; medenî insanlarca ma-
lûm ve me’lûf pek çok ilimler, sıfatlar, fiiller vardır ki, be-
devîlerce meçhul olur ve o gibi şeylerden haberleri yok-
tur. Binaenaleyh, bilhassa geçmiş zamanlardaki bedevî-
lerin ahvalinden bahsetmek isteyen bir adam, hayalen o
zamanlara, o çöllere gidip, onlarla görüşmelidir. zira on-
ların ahvalini, ezberden, onları görmeden muhakeme et-
mekle, istediği malûmatı elde edemez.
DördüncüNükte:
ümmî bir adam, bir fennin ulema-
sıyla münakaşaya girişerek, beyne’l-ulema ittifaklı olan
meseleleri tasdik ve ihtilâflı olanları da tashih ederse, o
adamın bu harika olan hâli, onun pek yüksekliğine ve
onun ilminin de vehbî olduğuna delâlet etmez mi?
Bu dört nükteyi göz önüne getir, Muhammed-i Ara-
bî Aleyhissalâtü Vesselâma bak ki:
o zat, herkesçe müsellem ümmîliğiyle beraber, geç-
miş enbiya ile kavimlerinin ahvallerini görmüş ve müşa-
hede etmiş gibi kur’ân’ın lisanıyla söylemiştir. Ve onla-
rın ahvalini, sırlarını beyan ederek âleme neşir ve ilân et-
miştir. Bilhassa naklettiği onların kıssaları, bütün zekile-
rin nazar-ı dikkatini celp eden dava-i nübüvvetini ispat
içindir. Ve naklettiği esasları, beyne’l-enbiya ittifaklı olan
kısmı tasdik, ihtilâflı olanı da tashih edip davasına mu-
kaddeme yapmıştır. sanki o zat, vahy-i İlâhînin ma’kesi
olan masum ruhuyla zaman ve mekânı tayyederek, o za-
manın en derin derelerine girmiş ve gördüğü gibi söyle-
miştir.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
meçhul:
bilinmeyen, hakkında bil-
gi olmayan.
medenî:
uygar, modern.
mekân:
yer, mahal.
mesele:
konu.
muhakeme:
akıl yürütüp doğru
netice elde edebilme, tartma, de-
ğerlendirme, yargılama.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz Mu-
hammed (
ASM
).
mukaddeme:
başlangıç.
münakaşa:
tartışma.
müsellem:
doğruluğu, gerçekliği
herkes tarafından kabul edilen.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nakil:
anlatma, söyleme, hikâye
etme.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
neşir:
yayım, yayın.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
sıfat:
vasıf, nitelik.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tashih:
düzeltme, yanlışını gider-
me.
tayyetme:
atlama, aşma.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
vahy-i İlâhî:
İlâhî vahiy, Allah ta-
rafında vahiy ile gelen, emir ve ya-
saklar.
vehbî:
doğuştan, çalışmakla kaza-
nılmayıp Allah’ın.
zat:
şahsiyet.
İşaratü’l-İ’caz | 267 |
n
üBüvveT
h
akkında
ahval:
hâller, durumlar.
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât
ve selâm onun üzerine olsun.
bedevî:
iptidaî tarzda yaşa-
yan, medenî olmayan.
beyan:
anlatma, açıklama.
beyne’l-ulema:
âlimler ara-
sında.
bilhassa:
özellikle.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
dava:
iddia.
dava-i nübüvvet:
peygam-
berlik dava etmek. peygam-
ber olduğunu ilân etmek.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
enbiya:
nebiler, peygamber-
ler.
fen:
tatbiki bilgi, teknik.
fiil:
iş, hareket.
hârika:
olağanüstü.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda
farklı görüş ve düşünüş, fikir
ayrılığı.
ihtilâf:
farklı olma, ayrı oluş.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
ilim:
bilgi, marifet.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
ittifak:
fikir birliği, söz birliği.
kavim:
millet; aralarında dil,
âdet, örf, kültür birliği olan in-
san topluluğu.
kıssa:
ibret verici hikâye.
lisan:
dil.
ma’kes:
akseden yer, yansı-
ma yeri.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
malûmat:
bilgiler, bilinen şey-
ler.
1...,257,258,259,260,261,262,263,264,265,266 268,269,270,271,272,273,274,275,276,277,...576
Powered by FlippingBook