değildir. Hâlbuki maksat, mutlak nübüvvettir. Fakat, kül-
lî cüz’îde dâhildir; cüz’înin ispatıyla küllî de ispat edilmiş
olur. Bu ayet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesse-
lâmın nübüvvetini en büyük mu’cizesi olan i’caz-ı kur’-
ân’dan bahisle ispat ediyor. o zatın (
AsM
) nübüvvetine
dair delâil başka risalelerimizde beyan edilmiştir; burada
yalnız bir kısmını hülâsaten Altı Mesele zımnında beyan
edeceğiz.
BiriNCiMESELE
enbiya-i salifînde nübüvvete medar ve esas tutulan
noktalar ve onların ümmetleriyle olan muameleleri hak-
kında –yalnız zaman ve mekânın tesiriyle bazı hususat
müstesna olmak şartıyla– yapılacak tam bir teftiş ve kon-
trol neticesinde, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Ves-
selâmda daha ekmel, daha yükseği bulunmakta olduğu
tahakkuk eder. Binaenaleyh, nübüvvet mertebesine nail
olanların heyet-i mecmuası, mu’cizeleriyle ve sair ahval-
leriyle, lisan-ı hâl ve kàl ile, nev-i beşerin sinn-i kemale
geldiğinde “üstadü’l-beşer” ünvanını taşıyan Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın sıdk-ı nübüvvetine
ilân-ı şahadet etmişlerdir. o Hazret de (
AsM
) bütün
mu’cizeleriyle sâniin vücut ve vahdetini nurlu bir bürhan
olarak âleme ilân etmiştir.
iKiNCiMESELE
o zatın (
AsM
) evvel ve ahir bütün ahval ve harekâtı na-
zar-ı dikkatten geçirilirse, her bir hareketi, her bir
ahir:
sonra.
ahval:
haller, durumlar.
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bahis:
bahseden, araştıran, anla-
tan.
beyan:
anlatma, açıklama.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cüz’î:
bütüne ait olmayan, özel.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
dair:
alâkalı, ilgili.
delâil:
deliller, bürhanlar, ispat va-
sıtaları.
ekmel:
daha (en, pek) mükem-
mel, en olgun, kusursuz ve eksik-
siz olan.
enbiya-i salifîn:
geçmiş peygam-
berler.
evvel:
önce.
harekât:
hareketler, devinimler.
hazret:
saygı, ululama, yüceltme,
övme maksadıyla kullanılan tabir.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksızın
bütününün gösterdiği hâl ve man-
zara.
hususat:
hususlar.
hülâsaten:
hülâsa olarak, kısaca,
özet olarak muhtasaran.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ği.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ilân-ı şahadet:
şahitliğin ilân edil-
mesi, duyurulması.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
küllî:
bütüne ait olan, umumî, ge-
nel.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
maksat:
kasıt, amaç, düşünce.
B
akara
S
ureSi
| 262 | İşaratü’l-İ’caz
medar:
sebep, vesile.
mertebe:
derece, basamak.
muamele:
davranma, davra-
nış.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
mutlak:
kesin.
müstesna:
istisna olan, hariç.
nail:
kavuşma, ulaşma, erme.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik, Allah elçiliği.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sıdk-ı nübüvvet:
peygamber-
liğin doğruluğu.
sinn-i kemal:
olgunluk, yet-
kinlik yaşı.
şart:
koşul.
tahakkuk:
gerçekleşme, ol-
ma; delil ile ispat edilme, ke-
sinleşme.
teftiş:
kontrol etme, muaye-
ne.
tesir:
etki.
ümmet:
hak dine davet et-
mek için Allah tarafından ken-
dilerine peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
üstadü’l-beşer:
beşerin, bü-
tün insanlığın üstadı, hocası;
Hz. Muhammed (
ASM
).
vahdet:
birlik ve teklik.
vücut:
var olma, varlık.
zımın:
içinde, dâhilinde, hâlin-
de.