kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mer-
tebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhâl-
de sun’îliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından
belli olacaktır.
•
İkinciNükte:
Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları haki-
kate yapıştıran ve o ahlâkı dâimâ yaşattıran, ciddiyet ile
sıdktır. eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgârlara
oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyun-
cak olur.
•
ÜçüncüNükte:
Mütenasip olan eşya arasında meyil
ve cezbe vardır. Yani, birbirine temayül ederler ve yek-
diğerini celp ederler; aralarında, ittihat olur. Fakat birbi-
rine zıt olan eşyanın aralarında nefret vardır, çekeme-
mezlik olur.
•
DördüncüNükte:
Cemaatte olan kuvvet fertte yok-
tur. Meselâ, çok iplerin heyet-i mecmuasının teşkil ettiği
urgandaki kuvvet, ipler birbirinden ayrı olduğu zaman
bulunmaz.
Bu nükteler göz önüne getirilmekle, o Hazretin sahi-
fesi okunmalıdır.
evet, o zatın bütün âsârı, sîretleri, tarihçe-i hayatı, ve
sair ahvali, onun pek büyük, azîm ve ahlâk sahibi oldu-
ğuna şahadet ediyorlar. Hatta düşmanları bile onun ah-
lâkça pek yüksekliğinden dolayı kendisini “Muhamme-
dü’l-emin” ile lâkaplandırmışlardır.
ahlâk-ı âliye:
yüksek ahlâk, yüce
ahlâk, üstün ahlâk.
ahval:
haller, durumlar.
âsâr:
eserler.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cemaat:
topluluk.
cezbe:
çekme, çekim; heyecen,
coşkunluk.
ciddiyet:
ciddîlik.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
hakikat:
gerçek, doğru.
hazret:
saygı, ululama, yüceltme,
B
akara
S
ureSi
| 264 | İşaratü’l-İ’caz
övme maksadıyla kullanılan
tabir.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün gösterdi-
ği hâl ve manzara.
huy:
yaratılıştan olan karak-
ter, mizaç.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kaim:
yerine geçmek.
kâmil:
olgun, noksansız, mü-
kemmel.
kizb:
yalan söyleme, yalan,
uydurma.
lâkap:
ünvan.
mertebe:
derece.
meselâ:
örneğin.
meyil:
yöneliş, istek.
Muhammedü’l-Emin:
her ba-
kımdan güvenilir olan Pey-
gamberimiz (
ASM
).
mütenasip:
uygun olan, her
bakımdan birbirine denk, öl-
çülü, orantılı.
sahife:
sayfa.
sıdk:
doğruluk.
sîret:
iç yüz, manevî durum,
ahlâk ve karakter.
sun’î:
tabiî olmayan, yapma.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
tabiî:
tabiatı gereği olan, nor-
mal, alışılmış, olağan.
tarihçe-i hayat:
hayat hikâ-
yesi.
temayül:
bir tarafa doğru eğil-
me, meyletme, yönelme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
yekdiğer:
bir diğer.
zat:
şahsiyet.