medeniyet ve terakkiyat devrinde yüzde bir nispetinde
verebilirler mi? Çünkü o zatın yaptığı o cilâ, İlâhî, sabit,
lâyetegayyer bir cilâdır ve onun büyük mu’cizelerinden
biridir.
Ve keza, bir işte muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın
âdetlerine karşı saffet ve muvafakatini muhafaza etsin ve
fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve hey’et-i içti-
maiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdir-
de, fıtrat adem-i muvafakatle cevap verecektir.
Ve keza, hey’et-i içtimaiyede umumî cereyana muha-
lefet etmemek lâzımdır. Muhalefet edildiği takdirde, do-
labın üstünden düşer, altında kalır. Binaenaleyh, o cere-
yanlarda, tevfik-i İlâhînin müsaadesine mazhariyeti dola-
yısıyla, o dolabın üstünde Muhammed-i Arabî Aleyhissa-
lâtü Vesselâmın hak ile mütemessik olduğu sabit olur.
evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın
getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki muvaze-
neyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım
gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. zaman uzadıkça,
aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki, İs-
lâmiyet nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezel-
zülden vikaye eden yegâne bir amildir.
Bu nükteler ile şu noktaları nazara al, Muhammed-i
Haşimî Aleyhissalâtü Vesselâma bak:
o zat, ümmîliğiyle beraber, bir kuvvete malik değildi.
ne onun ve ne de ecdadının bir hâkimiyetleri sebkat et-
memişti; bir hâkimiyete, bir saltanata meyilleri yoktu.
muhalefet:
uygun olmama, ayrı-
lık; zıtlık.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz Mu-
hammed (
ASM
).
Muhammedü’l-Haşimî:
Haşimî-
oğullarından olan Hz. Muhammed
(
ASM
).
muvafakat:
müsaade etme, ka-
bul etme.
muvaffakıyet:
başarı.
muvazene:
denge, ölçü.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müsaade:
izin, icazet, ruhsat.
mütemessik:
temessük eden, bir
şeyi sımsıkı tutan ve ona yapışan.
nazar:
dikkat.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nispet:
oran.
peyda:
kurma, sağlama.
rabıta:
ilişki, bağ.
sabit:
durağan, değişmeyen; is-
patlanmış.
saffet:
saflık, halislik, temizlik,
paklık.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
sebkat:
geçme, ilerleme.
şeriat:
İslâm dini ve prensipleri.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler.
tevfik-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın in-
sanı doğru yola lütfu ile sevk et-
mesi, başarılı kılması.
tezelzül:
sarsılma, sallanma, ırga-
lanma.
umumî:
genel.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
vikaye:
koruma, sahip çıkma.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
zat:
şahsiyet.
İşaratü’l-İ’caz | 271 |
n
üBüvveT
h
akkında
adem-i muvafakat:
razı ol-
mama, uyuşmamak.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât
ve selâm onun üzerine olsun.
amil:
sebep, etken.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cereyan:
geçiş, gidiş.
cilâ:
parlaklık.
ecdat:
dedeler, büyük baba-
lar, atalar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
hey’et-i içtimaiye:
sosyal
toplum.
içtimaiyat:
toplum bilimi, sos-
yoloji.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
ittisal:
bitişme, birleşme.
kesb-i muarefe:
bir konuya
çalışarak aşina olma, ihtisas
sahibi olmak, birbirini tanımak
ve alışmak.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâyetegayyer:
değişmez, bo-
zulmaz, aynı hâlde kalır.
malik:
sahip.
mazhariyet:
nail olma, şeref-
lenme.
medeniyet:
medenîlik, şehir-
lilik, uygarlık.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme,
yönelme.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
muhafaza:
koruma.