İşaratü'l İ'caz - page 272

Böyle bir vaziyette iken, mühim bir makamda, tehlikeli
bir mevkide, kemal-i vüsuk ve itminanla büyük bir işe te-
şebbüs etti; bütün efkâr-ı ammeye galebe çaldı, bütün
ruhlara kendisini sevdirdi, bütün tabiatların üstüne çıktı,
kalblerden bütün vahşet âdetlerini, çirkin ahlâkları kaldı-
rarak pek yüksek âdât ve güzel ahlâkı tesis etti; vahşetin
çöllerinde sönmüş olan kalblerdeki kasaveti ince hissiyat-
la tebdil ettirdi ve cevher-i insaniyeti izhar etti. onları, o
vahşet köşelerinden çıkararak, evc-i medeniyete yükselt-
ti ve onları o zamana, o âleme muallim yaptı. Ve onlara
öyle bir devlet teşkil etti ki, sahirlerin sihirlerini yutan
asa-i Mûsa gibi, başka zalim devletleri yuttu; ve nev-i be-
şeri istilâ eden zulüm, fesat, ihtilâl, şekavet rabıtalarını
yaktı, yıktı ve az bir zamanda devlet-i İslâmiyeyi şarktan
garba kadar tevsi ettirdi. Acaba, o zatın şu macerası,
onun mesleği hak ve hakikat olduğuna delâlet etmez mi?
aLTINCIMESELE
Bu Mesele istikbal sahifesine bakar. Bu sahifede dahi
dört nükte vardır.
BirinciNükte:
Bir insan, ne kadar yüksek olursa ol-
sun, ancak dört beş fende mütehassıs ve meleke sahibi
olabilir.
İkinciNükte:
Bazen olur ki, iki adamın söyledikleri bir
söz, bir kelâm, mütefavit olur; birisinin cehline, sathîliği-
ne, ötekisinin ilmine, maharetine delâlet eder. Şöyle ki:
âdât:
âdetler, görenekler, alışkan-
lıklar, gelenekler.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
âlem:
dünya, cihan.
asa-i Mûsa:
Hz. Mûsa’nın (
AS
) asa-
sı; Hz. Mûsa’nın yere atıldığında
büyük bir ejderhaya (yılan) dönü-
şebilen, sihirbazları mağlûp eden
ve taşa vurulduğunda Cenab-ı
Hakkın izniyle su fışkırtan ve ken-
disine mu’cize olarak verilmiş
değneği.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
cevher-i insaniyet:
insanlık cev-
heri, insanlık hasletleri, özellikleri.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
devlet-i İslâmiye:
İslâm devleti.
efkâr-ı amme:
genelin, umumun,
düşünceleri, umuma ait düşünce,
kamuoyu.
evc-i medeniyet:
medeniyetin en
üst derecesi.
fen:
tatbiki bilgi, teknik.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
garp:
batı.
hakikat:
gerçek, doğru.
hissiyat:
hisler, duygular.
ihtilâl:
isyan, ayaklanma, baş kal-
dırma.
istikbal:
gelecek zaman.
istilâ:
ele geçirme, kaplama, yayıl-
ma.
itminan:
inanma, güvenme, gönül
rahatlığı içinde tereddütsüz kabul
etme.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kasavet:
katılık.
kelâm:
söz, konuşma.
kemal-i vüsuk:
inanmanın son
derecesi, tam bir itimat.
macera:
baştan geçen tehlikeli ve
heyecanlı olay, serüven.
maharet:
mahirlik, ustalık.
B
akara
S
ureSi
| 272 | İşaratü’l-İ’caz
makam:
yer, mevki.
meleke:
bir şeyi çok kez tek-
rarlayarak ve tecrübe ederek
meydana gelen bilgi ve maha-
ret.
mesele:
konu.
meslek:
gidiş, usul, yol.
mevki:
yer, makam.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mütefavit:
birbirinden farklı,
çeşitli olan.
mütehassıs:
bir ilim dalında
veya bir meslekte derin bilgi
sahibi olan, uzman.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
rabıta:
ilişki, bağ.
sahife:
sayfa.
sahir:
sihir yapan, sihirbaz, bü-
yücü.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
şark:
doğu.
şekavet:
şakilik, eşkıyalık,
haydutluk.
tebdil:
değiştirme, dönüştür-
me.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
teşebbüs:
girişim.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
tevsi:
genişletme.
vahşet:
yabanîlik, vahşilik.
vaziyet:
durum.
zalim:
merhametsiz, gaddar.
zat:
şahsiyet.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
1...,262,263,264,265,266,267,268,269,270,271 273,274,275,276,277,278,279,280,281,282,...576
Powered by FlippingBook