medeniyet-i İslâmiyenin kapısını açan, kısa bir zamanda
def’aten teşkil ettiği bir devletle dünyanın bütün devletle-
rine galebe edip maddî-manevî hâkimiyetini muhafaza
ve ibka ettiren, harikulâdeliği değil midir?
•
ÜçüncüNükte:
evet, kahır ve cebirle zahirî bir hâki-
miyet, sathî bir tahakküm, kısa bir zamanda ibka edilebi-
lir. Fakat, bütün kalblere, fikirlere, ruhlara icra-i tesir ede-
rek, zahiren ve bâtınen beğendirmek şartıyla vicdanlar
üzerine hâkimiyetini muhafaza ve ibka etmek, en büyük
harika olmakla, ancak nübüvvetin hassalarından olabilir.
•
DördüncüNükte:
evet, tehditlerle, korkularla, hileler-
le efkâr-ı ammeyi başka bir mecraya çevirtmek mümkün
olur. Fakat, tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur; muha-
keme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir. Amma, irşa-
dıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiya-
tın en incelerini heyecana getirmek, istidatların inkişafı-
na yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi tesis ve alçak huyları imha
ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldırıp ha-
kikati teşhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, an-
cak şua-i hakikatten muktebes harikulâde bir mu’cizedir.
evet, Asr-ı saadetten evvelki zamanlarda kalb katılığı
ve merhametsizlik öyle bir hadde baliğ olmuştu ki, koca-
ya vermekten ar ederek kızlarını diri diri toprağa gömer-
lerdi. Asr-ı saadette İslâmiyet’in doğurduğu merhamet,
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mecra:
kanal.
medeniyet-i İslâmiye:
İslâm me-
deniyeti.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
muhafaza:
koruma.
muhakeme-i akliye:
aklî muha-
keme, karar vermek için akılla iyi
düşünme, hüküm verme.
muktebes:
iktibas edilmiş, alıntı
yapılmış.
muvakkat:
geçici.
nübüvvet:
nebilik, peygamberlik,
Allah elçiliği.
nüfuz:
geçerli olma, işleme.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
serbestî:
serbestlik.
şart:
koşul.
tahakküm:
hüküm sürme.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
tesis:
kurma, meydana getirme.
teşhir:
ilân etme, herkese duyur-
ma, gösterme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zahiren:
görünüşte.
zahirî:
görünen, görünürdeki, gö-
rünüşteki.
İşaratü’l-İ’caz | 269 |
n
üBüvveT
h
akkında
ahlâk-ı âliye:
yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
amma:
ama, lakin, ancak.
asr-ı Saadet:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (
ASM
) pey-
gamber olarak dünyada bu-
lunduğu devir.
baliğ:
ulaşmış, erişmiş.
bâtınen:
dâhilen, iç yüzünde,
içinden olarak.
cebir:
zor, zorlama, baskı yap-
ma.
cevher-i insaniyet:
insanlık
cevheri, insanlık hasletleri,
özellikleri.
cüz’î:
küçük, az.
def’aten:
birdenbire, bir defa-
da, âni olarak.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun, düşünceleri, umuma ait
düşünce, kamuoyu.
evvel:
önce.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
had:
sınır.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
harika:
olağanüstü.
harikulâde:
olağanüstü.
hassa:
özellik.
hissiyat:
hisler, duygular.
ibka:
devamlı kılma, sürekli
kılma.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
inkişaf:
ortaya çıkma, geliş-
me.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
kahır:
büyük eziyet, cefa, zu-
lüm.
maddî:
madde ile alâkalı.