İşaratü'l İ'caz - page 268

Binaenaleyh, o zatın bu hâli, onun bir mu’cizesi olup,
nübüvvetine delil olduğu gibi, evvelki enbiyanın da nü-
büvvet delilleri manevî bir delil hükmünde olup, o zatın
nübüvvetini ispat eder.
BEŞiNCiMESELE
Asr-ı saadete ve bilhassa Ceziretü’l-Arab meselesine
dairdir. Bunda da dört nükte vardır.
BirinciNükte:
Âlemce malûmdur ki, az bir kavmin
âdetlerinden hakir, ehemmiyetsiz bir âdeti kaldırmak,
veya zelil, miskin bir taifenin cüz’î zayıf huylarını ref et-
mek, büyük bir hükümdara, uzun bir zamanda bile çok
zahmetlere bağlıdır. Acaba, hâkim olmamakla beraber,
az bir zamanda nihayet derecede âdetlerine mutaassıp,
inatçı ve kesretli bir kavimde rüsuh ve kuvvet peyda et-
miş olan âdetleri ref ve kalblerde istikrar peyda eden ve
zamanlarca devam ve istimrar eden ahlâklarını terk etti-
ren, hem yerlerine gayet yüksek âdetleri, güzel ahlâkları
tesis eden bir zat, harikulâde olmaz mı?
İkinciNükte:
Yine âlemce malûmdur ki, devlet bir
şahs-ı manevîdir; çocuk gibi, teşekkülü, büyümesi tedri-
cîdir.
Ve keza, yeni teşekkül eden bir devletin, bir milletin
ruhuna kadar nüfuz eden eski bir devlete galebe etmesi,
yine tedricîdir, zamana mütevakkıftır. Acaba, Muham-
med-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın bütün esasat-ı
âliyeyi havi olan ve maddî-manevî bütün terakkiyat ve
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asr-ı Saadet:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (
ASM
) peygamber
olarak dünyada bulunduğu devir.
bilhassa:
özellikle.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
ceziretü’l-arab:
Arap Yarımadası.
cüz’î:
küçük, az.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evvel:
önce.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayet:
son derece.
hâkim:
hükmeden.
hakir:
aşağı, adi, itibarsız.
harikulâde:
olağanüstü.
havi:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
huy:
yaratılıştan olan karakter,
mizaç.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hükümdar:
padişah, hüküm sahi-
bi, en yüksek reis. imparator.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istikrar:
kararlılık.
istimrar:
sürme, sürüp gitme, uza-
yıp gitme.
kavim:
millet; aralarında dil, âdet,
örf, kültür birliği olan insan toplu-
luğu.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
keza:
böylece, aynı şekilde.
maddî:
madde ile alâkalı.
malûm:
bilinen, belli, belirsiz ol-
B
akara
S
ureSi
| 268 | İşaratü’l-İ’caz
mayan.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mesele:
konu.
miskin:
âciz, uyuşuk.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
Muhammed-i arabî:
Arapla-
rın içinden çıkan Peygamberi-
miz Muhammed (
ASM
).
mutaassıp:
taassubu olan,
kendi tarafını aşırılıkla tutan.
mütevakkıf:
bir şeye bağlı
olan, ancak onunla olabilen.
nihayet:
son.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik, Allah elçiliği.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
peyda:
kurma, sağlama.
ref:
kaldırma, giderme.
rüsuh:
maharet, meleke.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
taife:
takım, güruh.
tedricî:
tedricle olan, yavaş
yavaş, derece derece yapılan.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler, yükselişler.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
teşekkül:
kurulma, oluşma,
şekillenme.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zaif:
zayıf.
zat:
şahsiyet.
zelil:
zillete uğramış, hakir,
aşağılanmış.
1...,258,259,260,261,262,263,264,265,266,267 269,270,271,272,273,274,275,276,277,278,...576
Powered by FlippingBook