Amerikalı feylesof Carlyle, Alman edib-i şehîri goethe’
den naklen, kur’ân’ın hakaikına dikkat ettikten sonra,
“Acaba İslâmiyet içinde âlem-i medeniyetin tekemmülü
mümkün müdür?” diye sormuştur. Yine bu suale ceva-
ben demiştir ki: “evet! Muhakkikler, şimdi o daireden
istifade ediyorlar.” Yine Carlyle demiştir ki: “Hakaik-ı
kur’âniye tulû ettiği zaman, ateş gibi, bütün dinleri yuttu.
zaten bu onun hakkı idi. Çünkü, nasarâ ve Yahudîlerin
hurafelerinden bir şey çıkmadı.” İşte bu feylesof,
(2)
n
QÉs
ædG Gƒo
?s
JÉn
a Gƒo
?n
©r
Øn
J r
øn
dn
hGƒo
?n
©r
Øn
J r
ºn
d r
¿p
Én
a
(1)
@/
¬p
?r
ãp
e r
øp
e m
In
Qƒo
°ùp
H Gƒo
`Jr
Én
a
(ilâ-
ahir) olan ayet-i kerîmenin mealini tasdik etmiştir.
(HaşİYe)
Sual:
gerek kur’ân-ı kerîm olsun, gerek tefsiri olan
hadis-i şerif olsun, her fenden, her ilimden birer fezleke
almışlardır. Bir kitap veya bir şahsın yalnız fezlekeleri
ihata etmekle harika olması lâzım gelmez. Bir şahıs, pek
çok fezlekeleri ihata edebilir?
Cevap:
Bahsettiğimiz fezleke, sellemehüsselâm fezle-
keler değildir. Ancak, hüsn-i isabetle münasip bir mevki-
de ve münbit bir yerde işitilmemiş çok işaretleri tazam-
mun etmekle istimal ve zer’ edilen fezlekelerdir. kur’ân
veya hadisin aldıkları fezlekelerdir. Bu kabîl fezlekeler,
tam bir meleke ve ıttılâdan sonra hâsıl olabilir ki, her bir
fezleke, mehazı olan fen veya ilmin hükmünde olur; bu
ise, bir şahısta olamaz.
de.
ıttılâ:
öğrenme, tanıma, bilme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ilim:
bilme, biliş, bilgi; bir şeyin
doğrusunu bilme.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
istimal:
kullanma.
kabil:
tür, gibi.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz. Mu-
hammed’e vahiyle indirilen en
son İlâhî kitap.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mehaz:
menba, kaynak.
meleke:
bir şeyi çok kez tekrarla-
yarak ve tecrübe ederek meyda-
na gelen bilgi ve maharet.
mevki:
yer, mekân.
muhakkik:
tahkik eden, gerçeği
araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzü-
nü inceleyerek vakıf olan.
münasip:
uygun.
münbit:
verimli, bereketli, ekilmiş
olan bir şeyi iyi yetiştiren.
naklen:
nakil yoluyla.
Nasarâ:
Hristiyanlar.
sellemehü’s-selâm:
aldırış etme-
den, çekinmeden, ulu orta, des-
tursuz.
sual:
soru.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tefsir:
Yorum, şerh.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tulû:
doğma, doğuş.
zer:
tohum ekme, tohum saçma.
zeyil:
ek, bir eserin devamı olarak
yazılan kısım
âlem-i medeniyet:
medeni-
yet dünyası.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
beyan:
anlatma, açıklama
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
edib-i şehîr:
tanınmış edip,
ünlü edebiyatçı.
fen:
tatbiki bilgi, teknik.
feylesof:
felsefe ile uğraşan,
filozof.
fezleke:
hülâsa, netice, muh-
tasar, özet.
hadis:
Peygamberimizin sözü.
hadis-i şerif:
Peygamberimiz-
den aktarılan sözlerin genel
adı.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçek-
ler.
harika:
olağanüstü.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
haşiye:
dipnot
hurafe:
sonradan uydurulan
söz, batıl inanış.
hükmünde:
değerinde, yerin-
1.
Haydi onun benzeri olan bir sure getirin. (Bakara Suresi: 23.)
2.
Eğer bunu yapamazsanız —ki aslâ yapamayacaksınız— cehennem ateşinden sakının. (Baka-
ra Suresi: 24.)
HaşİYe:
kırk sene sonra neşrolan risale-i nur’da Carlyle, goethe ve
Bismarck gibi kırk meşhur feylesofların tasdikleri beyan edilmiş; inşa-
allah bu kitabın zeylinde dahi yazılacak.
İşaratü’l-İ’caz | 275 |
n
üBüvveT
h
akkında