İşaratü'l İ'caz - page 279

üzerine müessestir; belâgat da, ancak ifadenin zuhur ve
vuzuhuna mebnidir.”
2. diyorlar ki: “Yaratılışa ait meseleler, müphem ve
mutlak bırakılmıştır. Ve keza, kâinata dair fünundan pek
az bahsedilmiştir. Bu ise, talim ve irşat mesleğine müna-
fidir.”
3. diyorlar ki: “kur’ân’ın bazı ayetleri, zahiren aklî de-
lillere muhaliftir. Bundan, o ayetlerin hilâf-ı vaki oldukla-
rı zihne geliyor. Bu ise, kur’ân’ın sıdkına muhaliftir.”
o heriflerin zuumlarınca, kur’ân’a bir nakîse ve şek
ve şüphelere sebep addettikleri şu üç emir, kur’ân-ı ke-
rîm’e bir nakisa teşkil etmez; ancak kur’ân’ın i’cazını bir
kat daha ispat etmeye ve irşat hususunda kur’ân’ın en
beliğ bir ifade ile en yüksek bir üslûbu ihtiyâr etmesine
sadık şahit ve kat’î delildir. demek, kabahat onların fe-
himlerindedir, hâşâ, kur’ân-ı kerîm’de değildir.
evet,
(1)
p
º«/
?°s
ùdG p
ºr
¡n
Ø r
dG n
øp
e o
¬o
àn
a'
Gn
h Ék
ë«/
ë°n
U k
’r
ƒn
b m
Öp
FÉn
Y r
øp
e r
ºn
cn
h
.
Şairin dediği gibi,
fehimlerihastaolduğundan,sağlam
sözlerita’yipediyorlar
. Veya ayı gibi, elleri üzüm salkı-
mına yetişemediğinden, “ekşidir” diyorlar. Bunların da
fehimleri kur’ân’ın o yüksek i’cazına yetişemediğinden,
ta’yip ediyorlar.
“Kur’ân-ıKerîm’demüteşabihatvardır”dedikleribi-
rincişüphelerinecevap:
evet, kur’ân-ı kerîm umumî bir muallim ve bir mürşit-
tir; halka-i dersinde oturan, nev-i beşerdir. nev-i beşerin
mebni:
den dolayı, ... den ötürü,
sebebiyle, binaen.
mesele:
konu.
meslek:
gidiş, usul, yol.
muallim:
ders veren, öğretmen.
muhalif:
zıt, aykırı.
mutlak:
kesin.
müesses:
tesis edilen, kurulan,
kurulmuş olan.
münafi:
zıt, aykırı.
müphem:
mahiyeti belli değil, be-
lirsiz.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
müteşabihat:
Kur’ân-ı Kerîm’in
manası açık olmayan ayetleri,
müteşabih ayetler, mecazî mana-
ya elverişli ayetler.
nakîse:
eksiklik, noksanlık, kusur.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
sıdk:
doğruluk.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
ta’yip:
ayıplama.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğretme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
umumî:
genel.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifade
açıklığı.
zahiren:
görünüşte.
zuhur:
ortaya çıkma.
zuum:
şüphe, sanmak.
addetmek:
saymak, öyle ka-
bul etmek.
aklî:
akla dayanan, akıl ile ilgi-
li.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; bir şeyde saklı
bulunan derin anlam.
beliğ:
belâgatle, düzgün ve
sanatlı olarak meramını anla-
tan.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
fehim:
zeki, anlayışlı, akıllı,
kavrayışlı.
fünun:
fenler.
halka-i ders:
birçok kişinin
hocadan ders almak için oluş-
turduğu halka.
hâşâ:
asla, kat’iyen, hiç bir va-
kit.
hilâf-ı vaki:
gerçeğe zıt, vuku
bulana aykırı.
i’caz:
mu’cizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
keza:
böylece, aynı şekilde.
1.
El-Mütenebbî, Divan, 4:246.
İşaratü’l-İ’caz | 279 |
n
üBüvveT
h
akkında
1...,269,270,271,272,273,274,275,276,277,278 280,281,282,283,284,285,286,287,288,289,...576
Powered by FlippingBook