evet, görmüyor musun
(1)
n
?Én
b
’deki
G
, hiffeti ifade edi-
yor. Aslı
h
olsun
i
olsun, ne olursa olsun, bize taallûk
etmez.
Hülâsa
: Madem ki kur’ân, bütün zamanlardaki bütün
insanlara nazil olmuştur; şu şüphe addettikleri umur-i se-
lâse, kur’ân’a nakisa değil, kur’ân’ın yüksek i’cazına de-
lillerdir.
evet, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ı talim eden Cenab-ı
Hakka kasem ederim ki, o Beşir ve nezirin (
AsM
) basar
ve basireti, hakikati hayalden tefrik edememekten mü-
nezzehtir, celîldir, celîdir; veya insanları kandırarak mağ-
lâtalara düşürtmekten, meslek-i âlîleri ganîdir, âlîdir, te-
mizdir, tahirdir.
YEdiNCiMESELE
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın izhar
ettiği mahsus ve zahirî ve insanlarca meşhur ve malûm
olan harika ve mu’cizelerinin ekserîsi tarih ve siyer kitap-
larında mezkûrdur ve aynı zamanda, muhakkikîn-i ulema
tarafından izah ve beyan edilmişlerdir. Binaenaleyh, taf-
silâtını o kitaplara havale ile, yalnız o harikaların nevile-
rini icmalen izah edeceğiz.
evet, peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın zahirî ha-
rikalarının her birisi âhadî olup, mütevatir değilse de, o
âhadîlerin heyet-i mecmuası ve çok nevileri, mütevatir-i
bilmanadır. Yani, lâfız ve ibareleri mütevatir değilse de,
addetmek:
saymak, öyle kabul
etmek.
âhadî:
tek, yalnız; birlere ait.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
basar:
görme, görme kabiliyeti.
basiret:
kalb gözüyle görme, doğ-
ru ve ölçülü görüş.
beşir:
müjde getiren, müjdeci.
beyan:
bildirme, açıklama, söyle-
me.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
celî:
parlak, açık, aşikâr, meydan-
da.
celîl:
celâl sahibi, büyük, ulu.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
ekser:
pek çok.
ganî:
zengin, varlıklı, ihtiyacı ol-
mayan, doygun.
hakikat:
gerçek, doğru.
harika:
olağanüstü.
havale:
ısmarlama, bırakma.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksızın
bütününün gösterdiği hâl ve man-
zara.
hiffet:
hafiflik.
hülâsa:
kısaca, özet.
ibare:
bir fikri anlatan bir veya bir-
kaç cümlecik yazı.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kasem:
yemin, and.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
Açıkla-
malarıyla, akılları “benzerini yap-
mak”tan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
lâfız:
söz, kelime.
madem:
değil mi ki.
mağlâta:
mugalâta, zihin karıştı-
racak saçma söz, boş ve manasız
söz, karşısındakini yanıltmak için
söylenen boş lâkırdı.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meslek-i âlî:
yüce meslek, yüksek
yol.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
muhakkikîn-i ulema:
hakikatleri
araştıran Müslüman âlimler.
münezzeh:
arınmış, tenzih
edilmiş, uzak.
mütevatir:
tevatür yoluyla
duyulan, ağızdan ağıza dola-
şan, rivayet şeklinde dolaşan,
halk arasında söylenerek ge-
len.
mütevatir-i bilmana:
nakledi-
len bir haberin, başka ifade ve
kelimelerle, başka başka şe-
kilde ifade edilerek tevatür
hâlin gelmesi.
nakisa:
noksan, eksik.
nazil:
nüzul eden, inen.
nevi:
çeşit.
nezir:
insanları doğru yola
sevk etmek uyararak korku-
tan, uyaran.
Peygamber:
Hazret-i Muham-
med (
ASM
).
siyer:
Hz. Muhammed’in (
ASM
)
hayatının bütün safhalarını
anlatan, Peygamberimizin va-
sıflarını nakleden eserler.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar.
tahir:
temiz, pak.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
umur-i selâse:
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
1.
Dedi.
B
akara
S
ureSi
| 286 | İşaratü’l-İ’caz