ey insan! Şu gördüğünüz yerler, gökler, sıfatlarıyla be-
raber, bir Hâlık’ın halkıyla, kastıyla, tahsisiyle ve bir nâ-
zım’ın nazmıyla husule gelip bu intizamı bulmuşlardır.
kör tabiatın bu kadar büyük şeylerde yeri olmadığı gibi,
en küçük şeylerde de yeri yoktur.
Ve keza, sıfatlar da mümkinattan oldukları cihetle, sâ-
nia delâlet ettiklerine işarettir. zira cisimleri teşkil eden
zerreler büyüklük-küçüklük, çirkinlik-güzellik gibi gayr-i
mütenahi ahval ve keyfiyetleri kabul etmekte müsavidir-
ler. Yani bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye kabili-
yeti vardır ve bir hâlet binlerce zerrelere hâl olabilir. Bi-
naenaleyh, güzellik gibi bir sıfat binlerce zerrelere ve do-
layısıyla cisimlere sıfat olabildiği hâlde, o kadar imkânat
ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği za-
man, herhâlde bir kasıtla, bir hikmet altında, bir zatın
irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim o sı-
fata mevsuf kılınmıştır.
(1)
r
ºo
µ
n
d
: Bu
?
ihtisas için değildir, ancak sebebiyeti
ifade ediyor. Yani arzın tefrişine sebep, yani vesile in-
sandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi.
Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasır değildir.
öyle ise insanların ihtiyacından, istifadesinden fazla ka-
lana abes denilemez.
(2)
Ék
°TGn
ôp
a
: Bu tabir, garip bir nükte-i belâgate işarettir.
Çünkü, arzın sıkletinden dolayı suya batıp kaybolması ta-
biatının icabatından olduğu hâlde, Cenab-ı Hak merha-
metiyle bir kısmını dışarıda bırakarak, insanlar için bir
abes:
boş saçma, lüzumsuz ve ga-
yesiz iş.
ahval:
hâller, durumlar.
arz:
yer, dünya.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cihet:
yön, sebep, vesile.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlet:
hâl, durum.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
husul:
hâsıl olma, meydana gel-
me, peyda olma.
icabat:
icaplar, gerekenler, lâzım
gelenler; bir iş için gerekli olanlar.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
imkânat:
imkânları olabilirlikler,
olması ve olmaması ihtimal dâhi-
linde olanlar.
intizam:
düzen, düzenlilik.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kasıt:
niyet, düşünce.
keyfiyet:
durum, nitelik.
keza:
böylece, aynı şekilde.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
mevsuf:
vasıflanan, bir sıfatla tav-
sif edilen, vasıflanmış, nitelenmiş.
muayyen:
belirli.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dâhilindekiler, ola-
bilir şeyler.
münhasır:
hasredilmiş, ayrılmış,
bir şeye veya kimseye mahsus.
müsavi:
eşit.
nam:
ad, isim.
nazım:
tertip etme, düzene, koy-
ma, dizme.
Nazım:
kâinattaki her şeyi düzen-
leyen ve tanzim eden Allah.
nükte-i belâgat:
düzgün, kusur-
suz ve yerinde söylenen söz-
lerdeki ince ve zarif mana; çok
ince manalar ihtiva edip, ye-
rinde ve kusursuz söylenen
söz.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sebebiyet:
sebep olma, icap
ettirme, gerektirme.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sıklet:
ağırlık, yük.
tabiat:
kâinatın düzenini de-
vam ettiren kanun.
tabir:
ifade; deyim.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tayin:
gösterme, sınırını çiz-
me, belirtme.
tefriş:
serme, yayma, döşe-
me, düzenleme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
vesile:
bahane, sebep.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan. Allah.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
ziyafet:
ikram için verilen ye-
mek, yemekli davet, şölen.
1.
Sizin için.
2.
Döşek.
B
akara
S
ureSi
| 254 | İşaratü’l-İ’caz