meslek olursa olsun, mutaassıpları çoktur; muaraza etti-
ğiniz takdirde, sizi müdafaa eden çok olur” diye onları is-
kât etmiştir.
üçüncüVecih
: kur’ân-ı kerîm, sanki onlara istihza-
en diyor ki: “Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün
insanlara nübüvvetini tasdik ettirmek için Allah’ından yar-
dım istedi. Allah’ı da kur’ân’ına sikke-i i’cazı basarak, pek
çok insanlara tasdik ettirdi. sizin âlihelerinizden bir fay-
danız varsa, siz de onları çağırınız, size yardım etsinler.”
(1)
Gƒo
?n
©r
Øn
J r
ºn
d r
¿p
Én
a
Yani, “
Tecrübedensonrabakınız;mu-
arazayakàdirolmadığınıztakdirde,aczinizzahirolurve
muarazayıdayapmışolmazsınız
.”
(2)
Gƒo
?n
©r
Øn
J r
øn
dn
h
Yani, “
mazideyapamadığınızgibi,bun-
dansonradakat’iyetleyapamayacaksınız
.” Binaena-
leyh, “Bizim mazide yapamamamız, istikbalde beşerin
yapamamasını istilzam etmez” diye izhar ettikleri o ba-
haneyi de,
Gƒo
?n
©r
Øn
J r
øn
dn
h
ile defetmiştir; ve aynı zamanda,
üç vecihle i’caza işaret yapmıştır.
BirinciVecih
: gaipten haber vermiştir ve ihbar ettiği
gibi de muaraza vaki olmamıştır. Bakınız, milyonlarca
Arabî kitap vardır ve bütün müellifler, dost olsun düşman
olsun, kur’ân’ın üslûbunu taklit etmeye fevkalâde müş-
tak oldukları hâlde, hiçbir müellif, hiçbir kitabında
kur’ân-ı kerîm’in üslûbunu taklit etmeye muvaffak
le.
mutaassıp:
taassubu olan, kendi
tarafını aşırılıkla tutan.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müdafaa:
savunma, koruma.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah elçiliği.
sikke-i i’caz:
mu’cizelik işareti,
sikkesi, damgası.
taklit:
benzemeye veya benzet-
meye çalışma.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tecrübe:
deney.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
vaki:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
vecih:
cihet, yön.
zahir:
açık, âşikar.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât
ve selâm onun üzerine olsun.
âlihe:
batıl ilâhlar, tanrılar.
arabî:
Arapça.
bahane:
vesile, sebep.
beşer:
insan, insanlık.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
def:
kovma, uzaklaştırma.
fevkalâde:
son derece, ziya-
desiyle.
gaip:
görünmeyen âlem.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bı-
rakma.
i’caz:
mu’cizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
ihbar:
haber verme, bildirme.
istihzaen:
alay ederek, eğle-
nerek.
istikbal:
gelecek zaman.
istilzam:
gerekli görme, lü-
zumlu görme.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kàdir:
kudret ve kuvvet sahi-
bi, gücü yeten.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
mazi:
geçmiş zaman.
meslek:
gidiş, usul, yol.
muaraza:
birbirine karşı gel-
me, söz ile karşılıklı mücade-
1.
Bakara Suresi: 24.
2.
Bakara Suresi: 24.
İşaratü’l-İ’caz | 297 |
n
üBüvveT
h
akkında