İşaratü'l İ'caz - page 302

olmak üzere, ateşin bütün mertebelerine şamildir. Hik-
met-i tabiiyede takarrür ettiği gibi, ateş bazen öyle bir
dereceye gelir ki, yakınında bulunan şeylerden hararetle-
ri tamamen celp ve cezp etmekle, onları bürudet ile ya-
kar ve suyu incimat ettirir.
Sual:
Mezkûr hadise göre, cehennem arzın merkezin-
dedir.
(1)
Hâlbuki, arz cehenneme nispeten bir yumurta
kadardır. o kocaman cehennem, arzın karnında nasıl
yerleşir?
Cevap:
evet, âlem-i mülk, yani âlem-i şahadet, yani
bu görmekte olduğumuz âleme göre, cehennem arzın
içindedir diye, cehennemi küçük gösteriyoruz. Amma
âlem-i ahirete nazaran, cehennem öyle azamet peyda
eder ki, binlerce arzları içine alır, doymaz. Bu âlem-i şa-
hadet, bir perde gibi, onun tevessüüne mâni olmuştur.
Binaenaleyh, arzın içindeki cehennemden maksat, ce-
hennemin kalbi ve cehennemin çekirdeğidir.
Ve keza, cehennemin arzın altında bulunması, arzın
karnında veya arz ile muttasıl, yapışık olmasını istilzam
etmez. zira şems, kamer, yıldız, arz gibi küreler, hep şe-
cere-i hilkatin meyveleridir. Malûmdur ki, meyvenin altı,
bütün dalların aralarına şümulü vardır. Binaenaleyh, Al-
lah’ın mülkü pek geniştir; şecere-i hilkatin dalları da, her
tarafa uzanıp gitmiştir. Cehennem nereye giderse, yeri
vardır.
Ve keza, bir hadise göre
cehennemmatvîdir,yanibü-
külmüştür,yanitamaçıkdeğildir
. demek cehennemin,
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
âlem-i mülk:
mülk âlemi, görü-
nen âlem.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
amma:
ama, lâkin, ancak.
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bürudet:
soğukluk, soğuk olma.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cezp:
kendine doğru çekme,
çekilme.
hâdise:
olay.
hararet:
sıcaklık.
hikmet-i tabiiye:
fizik bilgisi.
incimat:
donma, buz hâline
girme.
istilzam:
gerektirme.
kamer:
ay.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küre:
gezegen.
maksat:
gaye.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mâni:
engel, mania, set.
matvî:
bir şeyin içine sarılmış,
sarılı.
mertebe:
derece.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muttasıl:
bitişik.
nazaran:
nispeten, kıyaslaya-
rak, göre.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
peyda:
kurma, sağlama.
sual:
soru.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağa-
cı.
şems:
güneş.
şümul:
içine alma, kapsam.
takarrür:
yerleşme, kararlı
hale gelme.
tevessü:
genişleme, yayılma.
1.
Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:281; Hâkim, Müstedrek, 4:568.
B
akara
S
ureSi
| 302 | İşaratü’l-İ’caz
1...,292,293,294,295,296,297,298,299,300,301 303,304,305,306,307,308,309,310,311,312,...576
Powered by FlippingBook