evet, kur’ân ile muaraza ve mübarezeye çıkan insan-
ların kuvveti, Cenab-ı Hak tarafından körleştirilerek, mu-
arazayı yapabilecek kabiliyetten sukut ettirilmiştir. Fakat,
Abdülkahir-i Cürcanî, zemahşerî, sekkakî gibi belâgat
imamlarınca, beşerin kuvveti kur’ân’ın yüksek üslûp ve
nazmına yetişemediğinden, aczi tezahür etmiştir. Bir de,
sekkakî demiştir ki: “İ’caz zevkîdir; tarif ve tabir edile-
mez.
(1)
p
Qr
ón
j r
ºn
d r
¥o
òn
j r
ºn
d r
øn
e
Yani,
fikriylei’cazızevketme-
yen,tarifilevâkıfolamaz;balgibidir
.”
lâkin, Abdülkahir’in iltizam ettiği veche göre, i’cazı
tarif ve tabir etmek mümkündür. Biz de bu vechi kabul
ediyoruz.
Sual:
“taife, necim, nevbet” kelimeleri “sure” keli-
mesinin vazifesini ifa edebilirler. “sure” kelimesinin on-
lara tercihen zikrinde ne vardır?
Cevap:
onları, şüphelerinin menşei ile ilzam ve boğ-
maktır. Şöyle ki:
onları şüpheye düşürten, güya kur’ân’ın def’aten
nazil olmamasıdır. demek kur’ân def’aten nazil olmuş
olsaydı, Allah’ın kelâmı olduğundan şüpheleri olmazdı.
lâkin parça parça nazil olduğundan, şüphelerine bais
olmuştur ki, “Bu, beşerin kelâmıdır, parça parça yapılışı
kolaydır, biz de yapabiliriz” diye şüpheye düştüler.
kur’ân-ı kerîm de, onların kolay zannettikleri yolu,
(2)
m
In
Qƒo
°ùp
H
tabiriyle ihtar ve “Haydi mislini getiriniz de, sizin
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
bais:
sebep olan.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
beşer:
insan, insanlık.
def’aten:
birdenbire, bir defada,
âni olarak.
güya:
sanki.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
iltizam:
birinin tarafını tutma, ta-
rafgirlik.
ilzam:
susturma, cevap veremez
hâle getirme.
imam:
önder, rehber.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kelâm:
söz, lâfız.
menşe:
esas, kaynak.
misil:
benzer, eş.
muaraza:
sözle karşılıklı mücade-
le, söz mücadelesi.
mübareze:
çatışma, kavga.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
nazil:
nüzul eden, inen.
necim:
yıldız, Kur’ân-ı Kerîm’in
isimlerinden.
nevbet:
sıra ile, nöbetleşe görülen
iş.
Sekkakî:
1160-1299) Tanınmış bir
dil ve belâgat âlimi olup 555’te
(1160) Harizm’de doğdu. Sekkakî
lâkabını son derece güzel hakkâk-
lık yapmasından dolayı almış-
tır. Sekkakî, Hanefî fakihleri
arasında yer alır ve bu sahada
iki hocası Hayatî ve Harisî var-
dır. Sekkakî 626 (1299) yılında
öldü. Sekkakî’nin en önemli
eseri, Miftahü’l-Ulûm’dur.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
sükût:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme; susma.
tabir:
ifade.
taife:
bölük, takım, güruh, fır-
ka.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tercihen:
tercih ederek, önce-
likli olarak.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
vâkıf:
bilgilenme, bilme.
veche:
yan, taraf, yön.
vecih:
tarz, üslûp.
zevkî:
zevkle ilgili, zevke ait.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Tatmayan bilmez.
2.
Bir sureyi... (Bakara Suresi: 23.)
B
akara
S
ureSi
| 308 | İşaratü’l-İ’caz