bir şekavete sevk edeceğini beyan etmiştir. Bu ayetle,
tasrih ettiği saadet-i ebediyenin nurunu göstererek onla-
rın bu büyük nimetleri kaybettiklerinden çektikleri has-
retleri tezyit ve arttırmıştır.
Ve yine,
(1)
Gho
óo
Ñr
YG ¢o
SÉs
ædG Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j
ile emrettiği bir kısım
dünya lezzetlerinin terkine bais olan ibadetten neş’et
eden zahmet ve meşakkatlere karşı, bu ayetle cennetin
kapısını açarak, cennetin lezaizini göstermekle mü’min-
lerin kalblerini tatmin ve temin etmiştir.
Ve yine, teklifin esası ve imanın birinci rüknü olan
tevhidi, evvelce ispat etmiştir. Bu ayette dahi tevhidin
semeresini ve rahmetin ünvanını cennet ve saadet-i ebe-
diye ile göstermiştir.
Ve yine, yukarıda nübüvvet-i Muhammediye (
AsM
)
(2)
m
Ör
jn
Q ?/
a r
ºo
à`r
æ`o
c r
¿
p
Gn
h
(ilâahir) ayetiyle işaret edilen i’caz ile
ispat edilmiştir. Burada da, tebşir ve inzar gibi nübüvvet
vazifelerine lisan-ı kur’ân ile işaret edilmiştir.
Ve yine, yukarıda i’âd ve inzar, yani tahvif ve tehdit-
ler yapılmıştır. Burada da vaatler, rağbetler, beşaretler
yapılmıştır. Bunların arasındaki münasebet, tezadî bir
münasebettir.
Ve yine, nefsin ve vicdanın aklın hükümlerine itaatle-
rini devam ettiren tergip ve terhip, yani ümit ve korku
hisleri lâzımdır. Bu hislerin vücut bulup devam etmeleri,
ancak tergip ve terhip, yani ümitlendirmek ve korkut-
makla olur. tergip ve terhibin devamı ancak vicdanda
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bais:
sebep olan.
beşaret:
müjde.
beyan:
anlatma, açıklama.
evvelce:
daha önce.
hasret:
özlem.
hüküm:
karar, emir.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
iman:
inanç, itikat.
inzar:
sakındırma, sonunun kötü
olacağını haber vererek çekindir-
me.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
lezaiz:
.lezzetler.
lisan-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın dili.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güçlük,
zorluk.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah elçiliği.
nübüvvet-i Muhammediye:
Hz.
Muhammed’in (
ASM
) peygamberli-
ği.
rağbet:
istek, arzu, meyil.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
rükün:
esas, kaide, prensip.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
semere:
meyve, güzel netice.
sevk:
yöneltme, gönderme.
şekavet:
şakilik, eşkıyalık, hay-
dutluk.
tahvif:
korkutma, korkuya düşür-
me, ürkütme.
tasrih:
açıkça ifade ederek şüphe
ve tereddütleri silme.
tatmin:
insanın kalbinin ma-
nevî olarak doyması, huzur ve
sükûnete ermesi.
tebşir:
müjde verme, müjde-
leme.
tehdit:
korkutma, gözdağı
verme.
teklif:
öneri.
temin:
şüpheyi giderme, gü-
ven verme, imanı sağlama.
tergip:
rağbet verme, istek-
lendirme.
terhip:
korkutma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
tezat:
zıtlık, aykırılık.
tezyit:
arttırma, çoğaltma.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vaat:
söz verme, ahit.
vazife:
görev.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi
kötüden ayırabilen, iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kötü-
lükten elem alan manevî his.
vücut:
var olma, var oluş, var-
lık.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
1.
Ey insanlar, ibadet ediniz. (Bakara Suresi: 21.)
2.
Eğer bir şüpheniz varsa. (Bakara Suresi: 23.)
B
akara
S
ureSi
| 318 | İşaratü’l-İ’caz