İşaratü'l İ'caz - page 322

inkılâpların, yalnız işaretleriyle değil, sarahatleriyle kıya-
metin geleceği sabittir. eğer bu icmal ile kanaat hâsıl
edemediysen, bir parça izahat verelim.
Arkadaş!
kâinat dediğimiz şu apartman-ı İlâhî, öyle ulvî, yük-
sek, derin, ince nizamlara tâbi ve öyle acip, garip rabıta-
lara bağlıdır ki, eğer bir duvarı veya bir taşı, “Yerinden
çık!” emrine hedef olsa, derhal âlem ölüm hastalığına
düşer, sekerata başlar. Yıldızlar arasında müsademeler,
ecram arasında muharebeler vukua gelir; şu gayr-i müte-
nahi boşluk, pek şiddetli sayhalar, pek dehşetli saikalar,
pek korkunç sesler, sedalar, gürültüler ve gümbürtülerle
dolar.
evet, insan-ı kebirin ölümü, küçük bir ölüm değildir.
sekerata başladığı zaman, milyarlarca kürelerin çarpış-
masından husule gelen fırtınanın ne tasavvuru ve ne ta-
rifi ve ne de görülmesi imkân dairesinde değildir.
İşte bu şiddetli ölümle, hilkat bayılır, kâinat yayılır, hil-
katin yağı ayranı birbirinden ayrılır. Cehennem, madde-
siyle aşiretiyle bir tarafa çekilir; cennet de letafetiyle, le-
zaiziyle ve bütün güzel unsurlarıyla tecelli ve incilâ eder.
Sual:
kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli olarak sa-
bit bir şekilde yaratılsaydı, böyle tagayyüratlı, inkılâplı,
mâil-i inhidam bir surette yaratılıp, bilahare tahripten
sonra ebediyete kabil, metin bir şekilde yapılmasından
daha iyi ve daha kısa olmaz mı idi?
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlem:
dünya, cihan.
apartman-ı İlâhi:
İlâhî apartman,
Allah’ın kurduğu bina.
aşiret:
göçebe hâlinde yaşayan,
çoğunlukla bir soydan gelen in-
sanlar, kabile, oymak.
bilahare:
sonra, sonradan, sonra-
ları.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebediyet:
sonsuzluk.
ecram:
gezegenler.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
husul:
olma, meydana gelme.
icmal:
kısa anlatma, özetleme, ay-
rıntılara girmeme.
imkân:
olabilirlik, olanak.
incilâ:
cilâlanma, parlama.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
insan-ı kebir:
büyük insan, kâinat.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kabil:
yetişebilir, istidatlı.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kanaat:
görüş, fikir.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
B
akara
S
ureSi
| 322 | İşaratü’l-İ’caz
yıkılıp mahvolması.
letafet:
lâtiflik, hoşluk, incelik.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
mâil-i inhidam:
yıkılmaya
meyilli, yıkılmak üzere olan.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
muharebe:
savaşma, savaş.
müsademe:
çarpışma, çatış-
ma, vuruşma.
nizam:
düzen, tertip; düzgün-
lük.
rabıta:
ilişki, bağ.
sabit:
durağan, değişmeyen;
ispatlanmış.
saika:
sevk eden, götüren,
sürükleyen, sebep olan, se-
bep.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belir-
lilik.
sayha:
çağrı, çığlık, feryat.
seda:
ses.
sekerat:
ölmek üzere olan bir
canlının kendinden geçmesi.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tâbi:
bağlı, uyma.
tagayyürat:
tagayyürler, de-
ğişmeler, başkalaşmalar.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme.
tecelli:
açılıp belirme, açıkça
ortaya çıkma, aydınlanma.
ulvî:
yüksek, yüce.
unsur:
madde, esas, birleşik
bir şeyi meydana getiren ele-
manlardan her biri.
vuku:
olma, meydana gelme.
1...,312,313,314,315,316,317,318,319,320,321 323,324,325,326,327,328,329,330,331,332,...576
Powered by FlippingBook