İşaratü'l İ'caz - page 323

Cevap:
Vakta ki Cenab-ı Hak, hikmet-i ezeliye ile ina-
yet-i ezeliyenin iktizasınca, insanların kabiliyetlerinin te-
zahürünü ve istidatlarının neşvünemasını irade etmekle,
nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu; zararları
menfaatlere kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri
çirkinliklerle cem etti, hepsini birbirine karıştırarak kâ-
inatın hamuru ile beraber yaratılış teknesinde yoğurduk-
tan sonra, kâinatı tagayyür, tebeddül, tekâmül kanunla-
rına tâbi tuttu.
Vakta ki imtihan perdesi kapanır ve tecrübe zamanı
nihayet bulur ve kâinat tarlasının vakt-i hasadı hulûl
eder; sâni-i Hakîm, inayetiyle, birbiriyle karışık yoğurdu-
ğu zıtları tasfiye eder, içlerinden tagayyürü doğuran
esbabı ayırır ve ihtilâf maddelerini tefrik eder. sonra,
cehennem ebede elverişli olarak metin ve kavi bir cisim-
le teşekkül ederek,
(1)
Gho
RÉn
à`r
eGn
h
hitabına hedef olur;
cennet ise, esasatıyla beraber ebedî ve muhkem bir şe-
kilde tecelli eder ve müncelî olur.
evet gerek cehennemi, gerek cenneti teşkil eden ecza
ve maddeler arasında münasebet vardır, zıddiyet yoktur.
Münasebet, intizamın şartıdır; nizam da, devama se-
beptir. Ve keza, bu iki menzilin halkı da ebedî oldukları
için, vücutlarını teşkil eden ecza tagayyüre maruz değil-
dir. Çünkü, dünyadaki cisimlerinin terkip ve tahlilleri
arasında muvazene yoktur. Yani cisim bünyelerine giren-
lerin çıkanların arasında nispet yoktur. onun için inhilâ-
le yüz tutarlar. Fakat ahiretteki cisimlerin yapılışı öyle
maruz:
uğramak, etkilenmek.
menfaat:
fayda.
menzil:
yer, konak.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
muvazene:
denge, ölçü.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müncelî:
parlayan, parlak.
neşvünema:
yayılıp gelişme, bü-
yüyüp gelişme; büyüme, boy at-
ma, yetişme, gelişme.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nihayet:
son.
nispet:
oran, değer.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
nizam:
düzen, tertip; düzgünlük.
Sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle yara-
tan Allah.
şart:
koşul.
şer:
kötülük.
tâbi:
bağlı, uyan; uymak, bağlan-
mak.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tahlil:
unsurlarına ayırma, çözüm-
leme, analiz.
tasfiye:
saflaştırma, arıtma, temiz-
leme.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tecrübe:
deneme, sınama.
tefrik:
birbirinden ayırma, seçme,
ayırdetme, ayrı tutma.
tekâmül:
basamak basamak, de-
rece derece meydana gelen de-
ğişme.
terkip:
bir kaç şeyi birleştirerek
yeni bir şey meydana getirme.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
vakt-i hasat:
hasat vakti, ürün
kaldırma zamanı, ekin biçme işi.
zıddiyet:
birbirine muhalif, zıt ol-
ma hâli.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bünye:
beden, vücut.
cem:
toplama, biriktirme.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
hikmet-i ezeliye:
başlangıcı
olmayan, ezelden beri var
olan hikmet; Allah’ın hikmeti.
hitap:
söylevde bulunmak,
konuşmak.
hulûl:
girme, içine sokulma.
ihtilâf:
ayrılık, aykırılık.
iktiza:
gerek, lüzum.
imtihan:
deneme, sınama.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i ezeliye:
zaman ve
mekânla sınırlı olmayan Ce-
nab-ı Hakkın yardımı, inayeti.
inhilâl:
dağılma, çözülme, par-
çalanma, bozulma.
intizam:
düzen, düzenlilik.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
keza:
böylece, aynı şekilde.
1.
Ayrılın. (Yasin Suresi: 59.)
İşaratü’l-İ’caz | 323 |
a
hireTe
i
man
1...,313,314,315,316,317,318,319,320,321,322 324,325,326,327,328,329,330,331,332,333,...576
Powered by FlippingBook