(1)
o
?r
Ñn
b øp
e Én
æ`r
bp
Ro
Q i/
òs
dG Gn
ò'
g Gƒo
dÉn
b Ék
br
Rp
Q m
In
ôn
ª n
K r
øp
e Én
¡r
æp
e Gƒo
bp
Ro
Q Én
ª s
?o
c
Bu büyük cümle, çok küçük küçük cümleleri tazam-
mun etmiştir. evet, bu cümle, mâkabliyle bağlı değildir,
müste’nifedir; vazifesi mukadder bir suali cevaplandır-
maktır. Mukadder sual ise, sekiz sualin memzuç ve ma-
cunudur. Şöyle ki:
Vakta ki iman edenler ve amel-i salih işleyenler cennet
gibi yüksek bir meskenle tebşir edildiler; birdenbire sâmi-
in zihnine geldi:
“Acaba o meskende rızık olacak bir şey var mıdır?
Varsa, o rızık nereden hâsıl olur ve nereden gelir? o rı-
zıklar, o cennetten hâsıl olduğu takdirde, nesinden
neş’et ediyor? semeratından meydana gelirlerse, dünya
semeratına benzerler mi? Benzediği takdirde, birbirine
de benzerler mi? Birbirine müşabih olurlarsa, tatları bir
midir, yoksa ayrı ayrı mıdır? tatları muhtelif olduğu tak-
dirde, koparıldıkları zaman yerleri boş mu kalır, yoksa
derhal dolar mı? tebeddül ettikleri takdirde devamlı mı-
dırlar? devamlı iseler, onları yiyenler sevinirler mi? se-
vindikleri zaman ne derler?”
Arkadaş!
Bu sualleri avucuna koy. Ben de bu cümleleri açar, iç-
lerine bakarım. sen de dikkat et. Bakalım mutabık ola-
cak mıdır?
amel-i salih:
Allah rızasına uygun
hayırlı iş, dine uygun hareket,
davranış.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
iman:
inanç, itikat.
macun:
hamur kıvamında olan.
mâkabl:
geçmişteki, geçmiş, bir
şeyin kendinden önce olan.
mesken:
oturulan, ikamet
olunan yer.
muhtelif:
farklı.
mukadder:
takdir olunmuş,
kıymeti biçilmiş.
mutabık:
birbirine uyan, uy-
gun.
müste’nife:
yeniden başla-
yan.
müşabih:
benzer, benzeyen.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
rızık:
Allah tarafından her can-
lı için ayrılmış ve takdir edil-
miş olan nimet, yiyecek içe-
cek ve giyecek ile ilgili şeyler.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
semerat:
semereler, meyve-
ler.
sual:
soru.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tebeddül:
başkalaşma, değiş-
me.
tebşir:
müjde verme, müjde-
leme.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
vazife:
görev.
1.
O Cennetlerden rızık olarak bir meyve yediklerinde, “Bu daha önce yediğimiz rızıktandır”
derler. (Bakara Suresi: 25.)
B
akara
S
ureSi
| 336 | İşaratü’l-İ’caz