fezleke olarak zikredilmiştir. Bina-i meçhul sigasıyla
(1)
Gƒo
Jo
G
’nün zikredilmesi, ehl-i cennetin işleri, hademeleri
tarafından görülmekte olduğuna işarettir.
(2)
Ék
¡p
HÉn
°ûn
ào
e
Yani, zahiren ve şeklen bir olduğundan, ül-
fet lezzetini veriyor; bâtınen ve taamen de ayrı olduğu ci-
hetle, teceddüt lezzetini veriyor. Bu itibarla
Ék
¡p
HÉn
°ûn
ào
e
keli-
mesi, her iki lezzeti ima ediyor.
(3)
l
In
ôs
¡n
£o
e l
êGn
hr
Rn
G BÉ n
¡«/
a r
ºo
¡n
dn
h
: Bu cümle,
(4)
i/
ôr
én
J m
äÉs
æn
L r
ºo
¡n
d
(ilâahir) cümlesine atıftır. Atfın tarafeyni arasında lâzım
olan münasebetin iktizasınca takdir-i kelâm şöyle olsa
gerektir: “onlar, kendi cisimleri için bir meskene muh-
taç oldukları gibi, kadınları için de bir meskene muhtaç-
tırlar.”
(5)
r
ºo
¡n
d
kelimesi ihtisası ifade ettiği cihetle, o ezvacın,
onların mülkü ve onlara mahsus olduklarına delâlet etti-
ği gibi, dünya kadınlarından başka
(6)
l
Ú/
Y l
Qƒo
M
ile tabir
edilen bir kısım kadınlar da onlar için yaratılmış olduğu-
nu imaen gösteriyor.
(7)
BÉ n
¡«/
a
Cennet, o kadınlara zarf ve mesken olduğundan
anlaşılır ki, o kadınlar, o yüksek cennete lâyıktırlar ve ay-
nı zamanda, cennet derecelerinin yüksekliği nispetinde
onların hüsünleri de yükseliyor. Ve keza, cennetin de
onlarla müzeyyen olduğuna gizli bir ima vardır.
görenler, hadimler.
hüsün:
İlâhî güzellik.
ihtisas:
hisler, duygular.
iktiza:
gerek, lüzum.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
imaen:
ima yoluyla, ima ederek,
sezdirerek, işaretle.
itibar:
bakımdan, sebepten.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mesken:
oturulan, ikamet olunan
yer.
muhtaç:
gerek duyan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş, süs-
lü.
nispet:
oran, ölçü.
siga:
kip, fiilin çekiminden meyda-
na gelen; şahıs, zaman ve vasfı
değiştiren hâl.
şeklen:
şekil olarak, şekilce, şekil
bakımından.
taam:
yemek, yiyecek.
tabir:
demek, ifade etmek.
takdir-i kelâm:
sözün kıymeti.
tarafeyn:
iki taraf.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dostluk.
zahiren:
görünüşte.
zarf:
kap, kılıf, mahfaza.
zikir:
anma, bildirme.
atıf:
bir kelime veya cümle-
nin, önceki kelime veya cüm-
leye bağlanması.
bâtınen:
dâhilen, iç yüzünde,
içinden olarak.
bina-i meçhul:
fiilde failin, öz-
nenin meçhul olması hâli.
cihet:
sebep, vesile, mucip,
bahane.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
ehl-i cennet:
cennet ehli,
cennetlikler, cennette bulu-
nanlar veya oraya girmeye
hak kazananlar.
ezvaç:
hanımlar, eşler.
fezleke:
özet, netice.
hademe:
hizmetçiler, hizmet
1.
Sunulur. (Bakara Suresi: 25.)
2.
Benzer şekilde. (Bakara Suresi: 25.)
3.
Orada onlar için tertemiz kadınlar vardır. (Bakara Suresi: 25.)
4.
Onlar için altından ırmaklar akan Cennetler vardır. (Bakara Suresi: 25.)
5.
Onlar için. (Bakara Suresi: 25.)
6.
İri gözlü huriler.
7.
Orada. (Bakara Suresi: 25.)
İşaratü’l-İ’caz | 339 |
a
hireTe
i
man