İşaratü'l İ'caz - page 369

2. Allah, münkirlerin dedikleri gibi o temsilden hayâ
etmez. o münkirler, “o temsilin terki lâzımdır” diyorlar.
zira, o temsilin hikmetini bilmezler. Hem, “Bunda ne
fayda var?” derler. Hem, inkâr ediyorlar; zira, hakir gö-
rüyorlar. Hem işitmeleriyle dalâlete girdiler; zira, kur’ân
onları dalâlete attı. Hem, onlar fıskla kabuklarından çık-
tılar, hem Allah’a olan ahitlerini bozdular, hem sıla-i rah-
mi kestiler, hem arzda Allah’ın nizam ve intizamını ifsat
ettiler. Binaenaleyh, hâsir ve zararlı onlardır. dünyada
vicdan, kalb ve ruhun azabıyla ahirette de Allah’ın gaza-
bıyla ebedî bir azap içinde kalan onlardır.
*G n
ôn
en
G BÉ n
e n
¿ƒo
©n
£r
?n
j n
h /
¬p
bÉn
ã«/
e p
ór
©n
H r
øp
e $G ¢n
†r
¡n
Y n
¿ƒ°o
†o
?r
æn
j n
øj/
òs
dn
G
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
G ?p
a n
¿ho
ó°p
ùr
Øo
jn
h n
?°n
Uƒo
j r
¿n
G B/
¬p
H
evvelâ bilinmesi lâzımdır ki; kur’ân-ı kerîm’in i’caz ve
nazmında şek ve şüpheleri ika eden fasıkların, bilhassa
bu makamda, bu cümlede mezkûr sıfatlarla tavsifleri,
pek yüksek ve lâtif bir münasebeti taşıyor.
evet, sanki kur’ân-ı kerîm diyor ki: “kur’ân-ı ekber
denilen kâinatın nizamında kudret-i ezeliyenin i’cazını
göremeyen veya görmek istemeyen o fasıkların kur'ân-ı
kerîm’in de nazım ve i’cazında tereddütleri ve kör göz-
leriyle i’cazını göremeyip inkâr etmeleri, baid ve garip
değildir. zira, onlar kâinattaki nizam ve intizamı, tesadü-
fe ve tahavvülât-ı garibeyi ve inkılâbat-ı acibeyi abesiye-
te ve tesadüfe isnat ettiklerinden, bozulmuş olan ruhları-
nın gözünden o nizam tesettür edip görünmediği gibi;
fayda.
icaz:
az sözle çok mana ifade et-
me.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ika:
vuku buldurma, yapma, yap-
tırma.
inkâr:
reddetme, saklama, gizle-
me.
inkılâbat-ı acibe:
hayret verici de-
ğişimler, şaşırtıcı dönüşümler.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
isnat:
dayanma, dayandırma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
Kudret-i Ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
Kur’ân-ı ekber-i âlem:
En büyük
âlem kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm.
lâtif:
hoş.
makam:
yer, mevki.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münkir:
inkâr eden, kabul etme-
yen.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sıla-i rahim:
ana, baba ve akraba-
yı ziyaret etme.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
tahavvülât-ı garibe:
garip ve şa-
şılacak değişiklikler.
tavsif:
vasıflandırma, niteleme.
temsil:
örnek, misal.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tesadüf:
rastlantı.
tesettür:
örtünme, kapanma.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
abesiyet:
faydasız, boş, lü-
zumsuz ve gayesiz oluş.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
ahit:
yemin, and.
arz:
yer, dünya.
azap:
eziyet, işkence; büyük
sıkıntı, şiddetli acı.
baid:
beklenmedik, umulma-
dık.
bilhassa:
özellikle.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
evvelâ:
öncelikle.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı
hareket edip fesat çıkaran, kö-
tülüğü ve günah işlemeyi âdet
hâline getiren.
fısk:
hak yoldan veya hak yo-
lundan çıkma, Allah’a karşı is-
yan etme.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
hakir:
aşağı, adî, itibarsız.
hâsir:
hasarete uğrayan, hasar
gören, zarara, ziyana uğrayan.
hayâ:
utanma, sıkılma.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
1.
O fasıklar ki, Allah’a verdikleri sözü bozar, Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında riayet
edilmesini emrettiği bağları keser ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. (Bakara Suresi: 27.)
İşaratü’l-İ’caz | 369 |
k
ur
ân
ın
i
fadeSindeki
i’
caz
1...,359,360,361,362,363,364,365,366,367,368 370,371,372,373,374,375,376,377,378,379,...576
Powered by FlippingBook