Cevap:
Madem ki arzda nizam var; muvazene de ol-
malıdır; hatta nizam muvazeneye tâbidir. Binaenaleyh,
bir makinenin dişleri arasına küçük bir şey düşerse, ma-
kine müteessir olur, belki faaliyeti de durur. Veya faraza
iki dağ bir teraziyle tartılırken, terazi muvazi olduğu va-
kit, bir gözüne bir ceviz ilâve edilirse, muvazenesi bozu-
lur. dünyanın da manevî nizam makinesi böyledir. Mü-
temerrit bir fasıkın fıskı, arzın muvazene-i maneviyesinin
bozulmasına vesile olabilir.
(1)
n
¿ho
ôp
°SÉn
îr
dG o
ºo
g n
?p
BÄ '
`dho
G
:
(2)
n
?p
BÄ '
`dho
G
üç şeyi ifade ediyor:
Birisi ihzar, ikincisi mahsusiyet, üçüncüsü uzaklıktır. de-
mek, bu
n
?p
BÄ '
`dho
G
gaip olan o fasıkları ihzar eder, mahsus
bir şekilde gösterir.
Sual:
onların ihzarını icap eden sebep nedir?
Cevap:
sâmiin talep ve isteğidir. evet, onların pis ah-
valini işiten sâmi, onlara karşı hissettiği hiddet ve nefre-
tini izale için, hüsranla tecziye ve tavsiflerinde sanki on-
ları karşısında hazır olarak görmek istiyor; tâ “oh! oh!”
demekle kalbi rahat olsun. Müşahedeleri mümkün olma-
dığı hâlde
n
?p
BÄ '
`dho
G
ile mahsus gösterilmeleri, güya pis ah-
valleri, habis sıfatları ve şöhret ve kesretleri öyle bir had-
de baliğdir ki, herkesin nazar-ı nefreti önünde onların o
hâllerini tecessüm ettirerek mahsus bir şekilde gösterir.
Ve bu işaretten hasarete mahkûm olduklarının sebebi de
ahval:
hâller, durumlar.
arz:
yer, dünya.
baliğ:
ulaşmış, erişmiş.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
faaliyet:
durmadan çok çalışma,
hareket, gayret. aktivite, etkinlik,
canlılık.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı ha-
reket edip fesat çıkaran, kötülüğü
ve günah işlemeyi âdet hâline ge-
tiren.
fısk:
hak yoldan veya hak yolun-
dan çıkma, Allah’a karşı isyan et-
me.
gaip:
görünmeyen, hazır olmayan,
yok olan, kayıp.
güya:
sanki.
habis:
fesatçı, hilekâr, alçak, kötü,
pis, soysuz.
hadde:
sınıra, dereceye.
hâl:
durum, vaziyet.
hasaret:
hasar, zarar, ziyan.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hüsran:
hayal kırıklığı.
icap:
gerekme hâli, gerekli olma.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
izale:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
kesret:
çokluk.
madem:
değil mi ki.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
mahsusiyet:
mahsusluk, hususî
olma hâli.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muvazene:
denge, ölçü.
muvazene-i manevîye:
ma-
nevî denge, manevî ölçü.
muvazi:
paralel, birbirine
denk.
müşahede:
İlâhî güzellikleri
ve sırları görme, seyretme.
müteessir:
üzgün.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
nazar-ı nefret:
nefret bakışı.
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
sual:
soru.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
talep:
isteme, dileme.
tavsif:
vasıflandırma, nitele-
me.
tecessüm:
cisimleşme, cisim
hâline gelme.
tecziye:
cezalandırma, ceza
verme.
terazi:
ağırlık ölçmekte kulla-
nılan iki kefeli tartı.
vesile:
bahane, sebep.
1.
İşte onlar hüsrana düşmüş olanların ta kendileridir. (Bakara Suresi: 27.)
2.
Onlar. (Bakara Suresi: 27.)
B
akara
S
ureSi
| 372 | İşaratü’l-İ’caz