pis fıtratlarıyla da, kur’ân’ın mu’ciz olan nazmını karışık,
mukaddemelerini akim, semerelerini acı gördüler.”
(1)
n
¿ƒ°o
†o
?r
æn
j
: örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak ma-
nasını ifade eden
¢n
†n
?n
f
tabiri, yüksek bir üslûba işarettir.
sanki, Cenab-ı Hakkın ahdi, meşiet, hikmet, inayetin ip-
leriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar
uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinata nizam-ı umumî şek-
linde tecelli ederek, silsilelerini kâinatın envaına dağıtır-
ken, en acip silsilesini nev-i beşere uzatmıştır ve ruh-i be-
şerde pek çok istidat ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiş-
tir. Fakat, o istidatların terbiyesini ve neticesini, cüz-i
ihtiyârînin eline vermiştir. o cüz-i ihtiyârînin yuları da şe-
riatın ve delâil-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh,
Cenab-ı Hakkın ahdini bozmamak ve ifa etmek, ancak o
istidatları lâyık ve münasip yerlerine sarf etmekle olur.
Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Me-
selâ, bazı enbiyayı iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tek-
zip, bazı hükümleri kabul, bazılarını red, bazı ayetleri
tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. zira, böy-
lece yapılan nakz-ı ahit, nazmı, nizamı, intizamı ihlâl
eder, bozar.
(2)
n
?°n
Uƒo
j r
¿n
G B/
¬p
H *G n
ôn
en
G BÉ n
e n
¿ƒo
©n
£r
?n
jn
h
: Bu cümledeki emir,
iki kısımdır.
Birisi
teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve
mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahit:
yemin, and.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
cüz:
kısım, parça.
cüz:
parça.
cüz-i ihtiyârî:
Cenab-ı Hak tarafın-
dan insana verilen arzu serbestli-
ği; dilediği gibi hareket edebilme
kuvveti; cüz’î irade.
delâil-i nakliye:
nakle dayanan
deliller.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik, ebedin zıddı.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hüküm:
emir, buyruk.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
iman:
inanç, itikat.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkâr:
reddetme, saklama, gizle-
me.
intizam:
düzgün olma, düzgün di-
zilme, düzgünlük, tertipli olma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabih:
kötü, çirkin, fena, yakışık-
sız, ayıp.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
mana:
anlam.
meşiet:
dileme, irade, istek.
mu’ciz:
insanı aynısını veya ben-
zerini yapmaktan âciz bırakan iş.
mukaddeme:
giriş, başlangıç, ön
söz.
muvasala:
vâsıl olma, ulaşma, ka-
vuşma, varma, varış, 2. bir yerle-
şim merkezini bir diğer yerleşim
merkezine baplayan yollar.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasip:
uygun, yerinde.
nakz:
bozma, çözme, kırma, yık-
ma.
nakz-ı ahit:
sözünden cayma, sö-
zünde durmama, anlaşmayı boz-
ma, anlaşmanın hükümlerine uy-
mama.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
nizam-ı umumî:
her şeyi ve her-
kesi içine alan nizam, herkesi ilgi-
lendiren düzen, her tarafı kapla-
yan ölçü ve düzen.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
red:
kabul etmeme.
ruh-i beşer:
insan ruhu.
sarf:
harcama.
semere:
meyve, güzel netice.
sıla-i rahim:
ana, baba ve ak-
rabayı ziyaret etme.
silsile:
birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sı-
ra.
şer’an:
şeriata göre, şeriat ba-
kımından, şeriatça.
şeriat:
İslâm dini ve prensiple-
ri.
tabir:
demek, ifade etmek;
deyim.
tahsin:
beğenme, güzel bul-
ma.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tekzip:
yalanlama, yalan oldu-
ğunu söyleme.
terbiye:
besleyip büyütme,
yetiştirme, eğitme.
teşriî:
dinî kural, dine uygun
olan ve dinin istediği uygula-
ma.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
1.
Bakara Suresi: 27.
2.
Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında riayet edilmesini emrettiği bağları keserler. (Bakara
Suresi: 27.)
B
akara
S
ureSi
| 370 | İşaratü’l-İ’caz