Bu nimetlerin suretine, yani nimet oldukları cihete ba-
kılırsa, inayet-i İlâhiyeye delil oldukları gibi, ibadete de de-
lildirler. Çünkü nimetleri verene şükür, vaciptir; küfran-ı
nimet, aklen de haramdır. eğer o nimetlerin hakikatleri-
ne bakılırsa, mebde ve meadı ispat eden delillerdir.
Ve keza, bu ayet, geçen kâfir ve münafıkların bahsine
de nazırdır. onun için, taaccübü ifade etmekle inkârı ta-
zammun eden
(1)
n
?r
«n
c
ile yapılan istifham, onların tehdit-
lerine işarettir.
Şimdi,bucümlelerinaralarındakiirtibatvemüna-
sebetlerdenbahsedeceğiz.
evet, kur’ân-ı kerîm, evvelce gaibâne yaptığı hikâye-
den sonra, burada hitaba başladı. Bu da belâgatçe ma-
lûm bir nükte içindir. Şöyle ki:
İnsan, bir adamın fenalığından, ayıplarından bahse-
derken, hiddeti, gazabı o kadar galebe eder ki, hayalen,
hayalî bir ihzarla, hitap suretiyle kendisine tevcih-i kelâm
etmeye başlar; veya iyiliklerinden bahsederken, şevki ve
aşkı galeyana gelir, hemen hayalinin karşısına getirir,
kendisine hitapla konuşmaya başlar. Bu, “iltifat” ile tes-
miye edilen bir kaidedir. Bu kaidenin, lisan-ı Arapta bü-
yük bir mevkii vardır. İşte kur’ân-ı kerîm, bu kaideyi ta-
kiben
(2)
n
¿ho
ôo
Ør
µ`n
J n
?r
«n
c
diyerek, siga-i hitap ile onlara tev-
cih-i kelâm etmiştir. sonra, vakta ki bu makamda takip
edilen maksat, iman, ibadet etmek ve küfran-ı nimet et-
memek, küfrü reddetmek gibi, geçen usul ve esasları
inkâr:
reddetme, saklama, gizle-
me.
irtibat:
bağ, münasebet.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istifham:
zihni işgal eden soru.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kaide:
kural, esas, düstur.
keza:
böylece, aynı şekilde.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz. Mu-
hammed’e vahiyle indirilen en
son İlâhî kitap.
küfran-ı nimet:
nimete karşı nan-
körlük etme, Cenab-ı Hakkın ihsan
ettiği nimetleri bilmemek, hür-
metsizlikte bulunmak, nimetlere
şükürsüzlük.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, müşriklik, imansızlık.
lisan-ı arap:
Arap dili.
makam:
yer, mevki.
maksat:
kasıt, amaç, düşünce.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mead:
dönülecek yer.
mebde:
başlangıç.
mevki:
yer, makam.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nazır:
bir yüzü bir tarafa bakan,
yönelik.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
siga-i hitap:
Arapçada öznesi ge-
rek erkek ve gerekse kadın için
“sen” veya “siz” şeklindeki zamir-
ler olan fiil kipleri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şevk:
keyif, neşe, sevinç.
şükür:
teşekkür.
taaccüp:
şaşma, hayret etme, şa-
şakalma.
takiben:
takip ederek, takip sure-
tiyle.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
tesmiye:
isimlendirme, ad verme.
tevcih-i kelâm:
sözü yöneltme.
usul:
metot, düzen.
vacip:
dinî bakımdan yapılması
şart olan, kesinlik bakımından
farzdan sonra gelen.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bahis:
konu yapan.
belâgat:
sözün düzgün, kusur-
suz, yerinde ve hâlin ve ma-
kamın icabına göre söylenme-
sini öğreten ilmin adı, edebi-
yat kaideleri ile ilgili ilim.
cihet:
yön.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
evvelce:
daha önce.
gaibâne:
görünmeden, hazır-
da görünmeksizin.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
galeyan:
coşma, çalkalanma,
azgınlık.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
hakikat:
gerçek, doğru.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek ol-
mayan.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hitap:
söylevde bulunmak,
konuşmak.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
iltifat:
güzel sözler söyleyerek
birini samimî olarak okşama.
iman:
inanç, itikat.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
1.
Nasıl?
2.
Nasıl inkâr ediyorsunuz? (Bakara Suresi: 28.)
İşaratü’l-İ’caz | 375 |
h
aYaT ve
Ö
lüm