Bu izahata tevfiken, şu iki meslek arasında mutabakat
hâsıl olabilir. Şöyle ki:
“İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik” manasında
olan
(1)
Én
ªo
g Én
æ`r
?n
àn
Øn
a Ék
?r
Jn
Q Én
àn
fÉn
c
’nın ifadesine nazaran, Man-
zume-i Şemsiye ile arz, dest-i kudretin madde-i esîriye-
den yoğurmuş olduğu bir hamur şeklindeymiş.
Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi,
mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir.
(2)
p
A B Én
Ÿr
G n
¤n
Y o
¬o
°Tr
ôn
Y n
¿Én
cn
h
ayeti, şu madde-i esîriyeye işarettir
ki, Cenab-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esîr mad-
desi üzerindeymiş. esîr maddesi, yaratıldıktan sonra sâ-
niin ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esîri
halk ettikten sonra, cevahir-i ferde kalbetmiştir. sonra,
bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısmından meskûn
olmak üzere yedi küre yaratmıştır; arz, bunlardandır. İş-
te, arzın –hepsinden evvel tekâsüf ve tasallüp etmekle
acele kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri menşe-i
hayat olması itibarıyla– hilkat-i teşekkülü, semavattan
evveldir. Fakat, arzın –bast edilmesiyle nev-i beşerin ta-
ayyüşüne elverişli bir vaziyete geldiği semavatın tesviye
ve tanziminden sonra olduğu cihetle– hilkati semavattan
sonra başlarsa da bidayette, mebdede ikisi beraber imiş-
ler. Binaenalâhâzâ, o üç ayetin aralarında bulunan zahi-
rî muhalefet, bu üç cihetle mutabakata inkılâp eder.
arş:
yüksekliği sebebiyle bütün
cisimleri içine alan ve Allah’ın kud-
ret ve hükmüyle istiva ettiği şey.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bast:
yayma, yayılma, açma, ser-
me, döşeme.
bidayet:
başlangıç.
binaenalâhâzâ:
bundan dolayı,
buna binaen, bunun üzerine.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
cevahir-i fert:
atomlar, zerreler.
Dest-i Kudret:
Allah’ın ezelî gücü-
nün eli.
esîr:
kâinattaki boşlukları doldu-
ran, havadan hafif olup ısı ve ışığı
nakleden cevher.
evvel:
önce.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hilkat-ı semavat:
göklerin yaratı-
lışı.
hilkat-i teşekkül:
yaratılışın mey-
dana gelmesi, şekillenip kurulma-
sı.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
icat:
vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme, ibda.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kalbetmek:
bir hâlden diğer bir
hale çevirmek, değiştirmek.
kesif:
kaba, yoğun, şeffaf olma-
yan.
küre:
gezegen.
madde-i esîriye:
esir maddesi.
mana:
anlam.
Manzume-i şemsiye:
güneş ile
ona bağlı olan seyyareler, güneş
sistemi.
mebde:
kaynak, esas.
menşe-i hayat:
hayatın esası, çık-
tığı kök.
meskûn:
iskân edilmiş, oturulan,
içinde insan oturan, ahalisi olan,
şenelmiş yer.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muhalefet:
uygun olmama,
ayrılık; zıtlık.
mutabakat:
uygunluk, uyuş-
ma, birbirini tutar olma, tutar-
lılık, muvafakat.
nazaran:
nispeten, kıyaslaya-
rak, göre.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
tanzim:
düzenleme, tertiple-
me.
tasallüp:
sertleşme, katılaş-
ma.
tecelli:
açılıp belirme, açıkça
ortaya çıkma, aydınlanma.
tekâsüf:
kesifleşme, yoğun-
laşma, sıklaşma, koyulaşma.
tesviye:
bir seviyeye getirme,
aynı düzeye getirme.
tevfiken:
uygun olarak, uya-
rak, uygun düşürerek.
vaziyet:
durum.
zahirî:
görünen, görünürdeki,
görünüşteki.
1.
Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden ayırdık. (Enbiya Suresi: 30.)
2.
Arşı su üzerindeydi. (Hûd Suresi: 7.)
B
akara
S
ureSi
| 392 | İşaratü’l-İ’caz