ve keza cismiyle, ruhuyla, kalbiyle dünyanın her bir
cüz’ünden istifade edebilir; mâni yoktur.
BeşinciNokta:
Bu ayetle diğer bazı ayetlerden anlaşı-
lıyor ki, bu büyük dünya, insan için yaratılmıştır ve yara-
tılışında insanın istifadesi ille-i gaiye olarak nazara alın-
mıştır. Hâlbuki, arzdan pek büyük olan zühal’in, mese-
lâ, beşeri faydalandıran yalnız ziyneti ve zayıf bir ziyası-
dır. Bu cüz’î fayda için ne suretle beşer ona ille-i gaiye
olur?
El ce vap
: Bir faydayı takip eden adam, bütün fikrini,
hayalini o faydaya hasreder ve ondan maada bir şeye
bakmaz. Ve her şeye kendi hesabına bakar, kimseyi na-
zara almaz, hatta kendisini ille-i gaiye zanneder. Bina-
enaleyh, bu gibi adama karşı makam-ı imtinanda söyle-
nilen o gibi kelâmlarda mübalâğa yoktur.
evet, binlerce hikmetler için yaratılan zühal’in her bir
hikmetinde binlerce cihetler ve her bir cihetinde binler-
ce istifade edenler bulunduğu hâlde, “Hilkatinde o ada-
mın istifadesi ille-i gaiyeden bir cüz olarak düşünülmüş-
tür” denilirse, ne mânii var? Çünkü ille-i gaiye, daima
basit bir şeyden ibaret değildir.
AltıncıNokta:
İmam-ı Ali’nin
@ l
Ò/
¨n
°U l
?r
ôp
L n
?s
`fn
G o
ºo
Yr
õn
Jn
h
(1)
o
ôn
Ñr
cn
’r
G o
ºn
dÉn
©r
dG in
ƒn
£r
fG n
?«/
an
h
emrettiği gibi, insan küçük bir
cisim ise de, büyük âlemi içine alacak kadar büyüktür.
öyle ise, cüz’î istifadesi, küllî olur. öyle ise, abesiyet
yoktur.
abesiyet:
faydasız, boş, lüzumsuz
ve gayesiz oluş.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
beşer:
insan, insanlık.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cihet:
yön.
cüz:
kısım, parça, bölük.
cüz’î:
küçük, az.
hasr:
yalnız bir şeye mahsus
kılma, vakfetme.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ille-i gaiye:
gerçekleştirilmesi,
meydana gelmesi için çaba
harcanan şey, amaç, ideal.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kelâm:
söz, lâfız.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küllî:
çok, büyük, çok miktar-
da.
maada:
başka, gayri, -den
başka.
makam-ı imtinan:
minnet
makamı, nimetleri sayıp dök-
me makamı, iyilikleri zikrede-
rek şükür isteme yeri.
mâni:
engel, mania, set.
meselâ:
örneğin.
mübalâğa:
bir işi, bir şeyi çok
büyütme, abartma.
nazar:
dikkat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziynet:
süs.
zühal:
Satürn gezegeni.
1.
Sen kendinin küçük bir cisim olduğunu sanıyorsun. Hâlbuki, büyük âlem olan kâinat sen-
de saklıdır.
B
akara
S
ureSi
| 390 | İşaratü’l-İ’caz