Cevap:
senin dediğin o sari kanunlar, namuslar, itiba-
rî ve vehmî emirlerdir. Muayyen vücutları, müşahhas hü-
viyetleri, ancak onları temsil eden ve onların ma’kesi bu-
lunan ve onların yularlarını ele alan melâike ile sabit
olur.
Ve keza, teşekkül-i ervaha münasebeti olmayan şu ca-
mit âlem-i şahadete vücudun münhasır olmadığına, akıl
ve nakil müttefikan hükmetmişlerdir. Binaenaleyh, erva-
ha münasip ve muvafık çok âlemlere müştemil olan
âlem-i gayp, melâike ile dolu ve âlem-i şahadetin hayatı-
na mazhardır.
Hülâsa
: Melâikenin mana-i hakikati, bu izah edilen
emirlerden tebarüz etti. Binaenaleyh, melâikenin suretle-
ri, eşgalleri arasında, ukul-i selimenin kabul ettiği vecih-
le, şeriatın izah ve beyan ettiği şekildir ki, melekler mü-
kerrem abddirler, emirlere muhalefetleri yoktur ve muh-
telif kısımlara münkasım ve lâtif ve nuranî cisimlerdir.
ÜçüncüMakam
Arkadaş!
Melâike meselesi öyle meselelerdendir ki, bir cüz’ün
sübutuyla küll sabit olur, bir ferdin vücuduyla nevi tahak-
kuk eder. zira inkâr eden küllünü inkâr eder.
Binaenaleyh, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, bü-
tün din adamları her asırda icma ve ittifakla melâikenin
vücuduna ve aralarında muhaverenin sübutuna ve müşa-
hedelerinin tahakkukuna ve onlardan edilen rivayetlerin
nakline hükmettikleri hâlde, melâikenin hiçbirisinin
abd:
kul.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
beyan:
anlatma, açıklama.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
camit:
ruhsuz, cansız.
cüz:
kısım, parça, bölük.
ervah:
ruhlar, canlar, hayatın cev-
herleri.
eşgal:
işler, meşguliyetler.
hüküm:
karar vermek, öyle oldu-
ğuna inanmak.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
hüviyet:
kimlik.
icma:
fikir birliği etme, görüş birli-
ğine varma.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ittifak:
ortak bir gayede anlaşma,
birleşme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küllî:
umumî, genel, bütün olan,
tümel.
lâtif:
yumuşak, tatlı, narin; cisma-
nî olmayan, ruhanî.
ma’kes:
akseden yer, yansıma
yeri.
mana-i hakikat:
asıl mana, mahi-
yetin gerçek yüzü.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
melâike:
melekler.
mesele:
konu.
muayyen:
belirli.
muhalefet:
zıtlık, aykırılık, ayrılık.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
muhtelif:
farklı.
muvafık:
yerinde, uygun, uyar,
münasip.
mükerrem:
aziz, saygıdeğer,
muhterem.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasip:
uygun.
münhasır:
mahsus, ait, yönelik.
münkasım:
taksim edilmiş, kısım-
lara ayrılmış, bölünmüş.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
müşahhas:
somut, gözle görülebi-
lir, elle tutulabilir hâldeki.
müştemil:
şümulüne alan, saran,
kavrayan, içine alan.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
B
akara
S
ureSi
| 406 | İşaratü’l-İ’caz
beraber, birlikte.
nakil:
anlatma, söyleme, hikâ-
ye etme; Kur’ân-ı Kerîm, ha-
dis-i şerif gibi İslâmın aslî kay-
nakları.
namus:
kanun, nizam.
nevi:
tür, çeşit.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
rivayet:
açıklama, nakledilen
sözler ve olaylar.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
sari:
sirayet eden, bulaşan,
geçici olan.
suret:
biçim, görünüş, kılık, kı-
yafet.
sübut:
sabit olma, ispatlanma.
şeriat:
Allah’ın emri, İlâhî ka-
nun.
tahakkuk:
gerçekleşme,
meydana gelme, olma, kesin-
leşme.
tebarüz:
belli olma, belirme,
görünme, gözükme, bariz ha-
le gelme.
temsil:
benzetme, misal getir-
me.
teşekkül-i ervah:
ruhların
oluşumu.
ukul-i selime:
salim kafalar,
sıhhatli düşünceler.
vecih:
cihet, yön.
vehmî:
vehimle ilgili, aslında
var olmadığı hâlde varmış gi-
bi görülen her hangi bir şeye
ait.
vücut:
beden, varlık.
zaman-ı Âdem:
Hz. Âdem za-
manı, insanlığın ilk devresi.