kısmına da şamildir –cihadda veya bir cemaati kurtar-
mak için yapılan katller gibi– ki, bu katil fesada münasip
olmaz.
(1)
n
ABÉ n
eu
ódn
G
: sefk kelimesinin delâlet ettiği iraka-i demde-
ki
dem
’i te’kittir.
(2)
n
?n
d ¢o
Su
ón
?o
f n
h n
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
f o
ør
ën
fn
h
: Beşerin ca’lindeki
hikmeti soran melâikeye, sanki şöyle bir itiraz varit
olmuştur: “Beşerin Allah’a yapacağı ibadet ve takdis,
onun ca’line sebeb-i kâfi gelmez mi ki, ca’linin hikmetini
soruyorsunuz?” İşte “vav-ı hâliye” ile zikredilen
(3)
o
í`u
Ñ°n
ùo
f o
ør
ën
fn
h
(ilâahir) cümlesi, güya o itirazı ref etmeye
işarettir.
(4)
o
ør
ë
n
f
maasiden masum melâikenin cemaatlerin-
den kinayedir. Cümlenin cümle-i ismiye şeklinde zikredil-
mesi, tesbihin melâikeye bir seciye olduğuna ve melâike-
nin tesbihata mülâzım ve müdavim olduklarına işarettir.
(5)
n
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
f
: “Bizler, bütün ibadetlerin sana mah-
sus olduğunu kâinata ilân ve cenab-ı ulûhiyetine lâyık ol-
mayan şeylerden münezzeh olduğunu iman ve bütün ev-
saf, azamet ve celâl ile muttasıf olduğuna itikat ediyoruz.”
(6)
n
?n
d o
¢Su
ón
?o
fn
h
: Bu
?
, ya sıladır, bir manayı ifade etmez;
veya ta’lil ve sebebiyet içindir. Birinci ihtimale göre,
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
güya:
sanki.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
inanç, itikat.
iraka-i dem:
kan akıtma.
itikat:
inanç, iman.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
katil:
öldürme.
kinaye:
maksadı, kapalı bir şekil-
de ve dolaylı olarak anlatan söz.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
maasi:
asilikler, isyanlar, itaatsiz-
likler.
mana:
anlam.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
nahsız.
melâike:
melekler.
muttasıf:
vasıflandırılan, sıfatla-
nan.
müdavim:
bir işte aralıksız çalı-
şan, bir yere devam eden.
mülâzım:
bir yere veya kimseye
tutunup kalan, sarılıp ayrılmayan.
münasip:
uygun.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
ref:
kaldırma, giderme.
sebeb-i kâfi:
kâfi sebep; yeterli
olan, yetecek kadar olan sebep.
sebebiyet:
sebep olma.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
takdis:
Allah’ın hamde ve övül-
meye lâyık olduğunu bildirme, Al-
lah’ı her türlü kusur ve noksanlık-
lardan tenzih etme.
ta’lil:
sebep, bahane gösterme,
gösterilme.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakkı şanına lâyık ifade-
lerle anma.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün kemal sıfatlara sahip ol-
duğunu ifade eden sözler.
varit:
vürut eden, gelen, ulaşan,
vâsıl olan, erişen.
vav-ı hâliye:
Arapçada başına gel-
diği cümleyi kendinden önceki fii-
lin özne veya nesnesine hâl ya-
pan, onlardan birisinin fiil işlenir-
ken içinde bulunduğu durumunu
belirten “vav” harfi.
zikir:
anma, bildirme.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
beşer:
insan, insanlık.
ca’l:
yapma, meydana getir-
me.
celâl:
sonsuz büyüklük, haş-
met, ululuk, yücelik ve haş-
met sahibi olan Allah.
cemaat:
topluluk.
cenab-ı Ulûhiyet:
ibadet edil-
meye ancak kendisi müsta-
hak olan, şeref ve azamet sa-
hibi olan yüce Allah’ın ilâhlık
makamı.
cihad:
düşmanla savaşma, Al-
lah yolunda malla ve canla
düşmana karşı savaşmak.
cümle-i ismiye:
isim cümlesi.
dem:
kan.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özel-
likler.
1.
Kanlar. (Bakara Suresi: 30.)
2.
Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdîs ediyoruz. (Bakara Suresi: 30.)
3.
Biz tesbih ediyoruz. (Bakara Suresi: 30.)
4.
Biz.
5.
Hamdinle seni tesbih ediyoruz. (Bakara Suresi: 30.)
6.
Ve Seni takdîs ediyoruz. (Bakara Suresi: 30.)
İşaratü’l-İ’caz | 415 |
m
elâikeYe
i
man