İşaratü'l İ'caz - page 410

Cümlelerinhey’etvenüktelerinegeldik.
(1)
n
?t
Hn
Q n
?Én
b r
Pp
Gn
h
(ilâahir): Atfı ifade eden bu
h
, münase-
bet-i atfıyenin iktizasına binaen,
n
?t
Hn
Q n
?Én
b r
Pp
Gn
h
(ilâahir)
cümlesine matufü’n-aleyh olmak üzere
(2)
Ék
ªn
¶n
à`r
æo
e n
?n
?n
N Én
e n
?n
?n
N r
Pp
G
cümlesinin takdirine işarettir.
Ve keza,
(3)
r
Pp
G
zaman-ı maziyi ifade ettiği cihetle, san-
ki zihinleri, geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o
silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki, zihinler o za-
manlarda vukua gelmiş olan hâdiseleri görsünler.
(4)
n
?t
Hn
Q
: Bu tabir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve
bir delildir. Yani, “Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i ke-
male eriştirmiştir ve seni beşere mürşit kılmıştır ki, fesat-
larını izale edesin. demek nev-i beşerin en büyük hase-
nesi sensin ki, onların mefsedetlerini setrediyorsun.
(5)
p
án
µp
`=Ä '
`? n
ªr
?p
d
: Cenab-ı Hakkın müşavere şeklinde melâi-
ke ile yaptığı muhavere, melâikenin beşerle fazla bir irti-
bat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir. Çünkü,
melâikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kita-
bet işlerini görüyor. demek, insanlarla alâkaları ziyade
olduğundan, insanların ahvaline ehemmiyet veriyorlar.
(6)
u
Êp
G
melâikenin
(7)
o
?n
©r
én
Jn
G
ile yaptıkları istifhamdan an-
laşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve
ehemmiyetine işarettir.
ahval:
hâller, durumlar.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
atıf:
bir kelime veya cümlenin,
önceki kelime veya cümleye bağ-
lanması.
azamet:
büyüklük.
beşer:
insan, insanlık.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
cihet:
yön.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
hadd-i kemal:
olgunluk haddi, ke-
malât haddi.
hâdise:
olay.
hasene:
iyilik, sevap.
hey’et:
hâl, durum, keyfiyet.
hıfz:
saklama, koruma, muhafaza
etme.
hüccet:
delil.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
iktiza:
gerek, lüzum.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
irtibat:
bağ, münasebet.
istifham:
soru sorup anlama, so-
rup anlama.
izale:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kitabet:
kâtiplik, yazma.
matufü’n-aleyh:
bir bağlaç edatı
ile kendisine bağlı olan kelime.
mefsedet:
fesat, münafıklık, boz-
gunculuk.
melâike:
melekler.
mesele:
konu.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasebet-i atfıye:
bir kelime ve
cümlenin diğer bir kelime veya
cümleye “ve” gibi bir edatla bağ-
lama sebebi, alâkası.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
müşavere:
istişare etme, bir ko-
nuda bilen ve güvenilen kimsele-
rin görüşünü alma, danışma, meş-
veret.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
red:
kabul etmeme.
setretmek:
örtmek, kapat-
mak, gizlemek.
silsile:
birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sı-
ra.
tabir:
ifade; deyim.
takdir:
değerlendirme.
terbiye:
besleyip büyütme,
yetiştirme, eğitme.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
zihin:
bilinç, dimağ.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Rabbin şöyle demişti: ... (Bakara Suresi: 30.)
2.
Hani yarattığını muntazam olarak yaratmıştı...
3.
Hani. (Bakara Suresi: 30.)
4.
Rabbin. (Bakara Suresi: 30.)
5.
Meleklere. (Bakara Suresi: 30.)
6.
Muhakkak ki. (Bakara Suresi: 30.)
7.
Yaratacak mısın? (Bakara Suresi: 30.)
B
akara
S
ureSi
| 410 | İşaratü’l-İ’caz
1...,400,401,402,403,404,405,406,407,408,409 411,412,413,414,415,416,417,418,419,420,...576
Powered by FlippingBook