Ve keza, sâni-i kadim-i ezelî kâinatın ihtiva ettiği eşya-
nın cismiyet, cihetiyet, tagayyür, temekkün gibi istilzam
ettikleri levazım ve evsaftan berî ve münezzehtir. kur’ân-ı
kerîm, şu iki hakikate “
Allah’amisilyapmayın
” mana-
sına olan
(1)
Gk
OGn
ór
fn
G ! Gƒo
?n
©r
é
n
J
n
Ón
a
ayetiyle işaret etmiştir.
Delil-iimkânî:
Bu ayetin, sâniin vücuduna işaret eden
delillerinden birisi de
delil-iimkânî’
dir ki,
(2)
o
ABG n
ôn
?o
Ør
dG o
º o
àr
fn
Gn
h t
»p
æn
¨r
dG *Gn
h
ayetiyle işaret edilmiştir.
Budelilinhülâsası
: kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden
her birisinin gerek zatında, gerek sıfâtında, gerek ahva-
linde ve gerek vücudunda gayr-i mütenahi imkânlar, ih-
timaller, müşkülâtlar, yollar, kanunlar varken, birdenbire
o zerre, gayr-i mütenahi yollardan muayyen bir yola sü-
lûk eder; ve gayr-i mahdut hâllerden bir vaziyete girer;
ve gayr-i ma’dut sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır; ve doğ-
ru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete
başlar; ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir
hikmet ve bir maslahatı derhal intaç eder ki, o hikmet ve
o maslahatın husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit
hareketiyle olabilir. Acaba, o kadar yollar ve ihtimaller
arasında o zerrenin macerası, lisan-ı hâliyle, sâniin kasıt
ve hikmetine delâlet etmez mi?
İşte, her bir zerre, müstakilen kendi başıyla, sâniin vü-
cuduna delâlet ettiği gibi; küçük büyük herhangi bir te-
şekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz olursa, gir-
diği ve cüz olduğu o makamlarda kazandığı nispete gö-
re, sâniine olan delâletini muhafaza eder.
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kasıt:
niyet, düşünce.
keza:
böylece, aynı şekilde.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz. Mu-
hammed’e vahiyle indirilen en
son İlâhî kitap.
levazım:
lâzım olan şeyler, geçin-
mek ve yaşamak için gereken
şeyler, gereçler.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
macera:
olup biten, cereyan
eden, baştan geçen şey.
makam:
yer, mevki.
maksat:
kasıt, amaç, düşünce.
mana:
anlam.
maslahat:
uygun iş, faydalı iş.
misil:
benzer, eş.
muayyen:
belirli.
muhafaza:
koruma.
mukadder:
takdir edilmiş.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
mürekkep:
bileşik.
müstakilen:
kendi başına, bağım-
sız olarak.
müşkülât:
müşküller, güçlükler,
zorluklar.
nispet:
oran, ölçü.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i Kadim:
sanatkârlığı ezelî
olan Cenab-ı Allah.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sülûk:
bir yola girme, bir yol tutup
o yolda terakki mertebelerine de-
vam etme.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
temekkün:
mekân tutma, yerleş-
me, yer tutma.
teşekkül:
kurulma, oluşma, şekil-
lenme.
uhde:
sorumluluk.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
ahval:
hâller, durumlar.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
berî:
salim, kurtulmuş.
cihetiyet:
belli bir yönde oluş,
belli bir tarafta yer alış.
cüz:
kısım, parça, bölük.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
delil-i imkânî:
imkâna ait olan
delil.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özel-
likler.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
gayr-i ma’dut:
sayısız, sınırsız.
gayr-i mahdut:
hudutsuz, sı-
nırsız, sonsuz.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâl:
durum, vaziyet.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hülâsa:
kısaca, özet.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
imkân:
olabilirlik, olanak.
intaç:
netice verme, sonuçlan-
dırma.
istilzam:
gerekli görme, lü-
zumlu görme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
1.
Allah’a eş ve ortak koşmayın. (Bakara Suresi: 22.)
2.
Allah Ganî’dir; muhtaç olan sizsiniz. (Muhammed Suresi: 38.)
İşaratü’l-İ’caz | 241 |
i
BadeT ve
T
evhid
B
ahSi