nev-i beşer ile sair hayvanatın medar-ı maişetleri olan
semeratın tevlidi için, arz ile sema arasındaki muavenet
ve münasebetleri ve âsâr-ı âlemin birbirine müşabehetle-
ri ve etraf-ı âlemin birbiriyle kucaklaşmaları; ve birbirinin
elini tutup ihtiyaçlarını temin etmeleri ve yekdiğerinin
sualine cevap verip yardımına koşmaları ve tamamıyla
bir nokta-i vahideye bakmaları ve bir nazzam-ı Vahid’in
mihveri üstünde hareket etmeleri gibi hâlleri havi olan
böyle garip bir makine, sahip ve sâniinin bir olduğunu
kat’î bir şahadetle ilân etmekle, “
Herbirşeyde,Sâniin
vahdetinedelâletedenbirayetvebiralâmetvardır
” ma-
nasında olan şu beyitle taninendaz oluyorlar:
(1)
l
óp
MGn
h o
¬s
`fn
G '
=¤n
Y t
?o
ón
J l
án
jn
G o
¬n
d m
Ar
Àn
T u
?o
c ?/
an
h
EyArkadaş!
sâni-i zülcelâl, Vahid ve Vacibü’l-Vücud olduğu gibi,
bütün sıfât-ı kemaliye ile de muttasıftır. zira, âlemde ve
masnuatta bulunan kemalât, tamamıyla sâniin kemalin-
den tecelli eden gölgeden muktebestir. öyle ise, sâni’de
bulunan cemal, kemal, hüsün, umum kâinatta bulunan
umum cemallerden, kemallerden, hüsünlerden gayr-i
mütenahi derecelerle yüksektir. zira, ihsan in’am edenin
servetinden doğar ve servetine delildir. İcat, icat edenin
vücuduna delâlet eder; icap mucibin vücuduna bürhan-
dır. Verilen hüsün, verenin hüsnüne delildir.
Ve keza, sâni-i zülcelâl bütün nevakıstan pak ve mü-
nezzehtir. Çünkü, noksaniyet maddiyatın mahiyetlerin-
deki istidadın kılletinden ileri gelir. Hâlbuki, Cenab-ı Hak
maddiyattan değildir.
alâmet:
iz, belirti, işaret, nişan.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
yer, dünya.
âsâr-ı âlem:
alemin eserleri.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
beyit:
iki mısradan oluşan şiir.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemal:
güzellik.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
etraf-ı âlem:
kâinatın çevresi, uç-
ları, kıyıları.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
havi:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
hayvanat:
hayvanlar.
hüsün:
İlâhî güzellik.
icap:
gerekme hâli, gerekli olma.
icat:
vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme, ibda.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
in’am:
nimet verme, nimetlendir-
me, ihsan etme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemal:
olgunluk, fazilet.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıllet:
azlık, eksiklik.
maddiyat:
para, mal, zevk vb. ile
ilgili şeyler.
mahiyet:
durum, vaziyet.
mana:
anlam.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
medar-ı maişet:
geçim kaynağı,
geçim sebebi, geçim vasıtası.
mihver:
takip edilen hat; merkez.
muavenet:
yardım, yardımlaşma.
mucip:
icap eden, gerektiren.
muktebes:
iktibas edilmiş, alıntı
yapılmış, alınmış, aktarılmış.
muttasıf:
vasıflandırılan, sıfatla-
nan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
müşabehet:
benzeme, benzeyiş.
nazzam-ı vahid:
bir nizam verici,
bir düzenleyici.
nevakıs:
noksanlar, eksikler.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
noksaniyet:
eksiklik, noksan-
lık.
nokta-i vahide:
tek nokta.
pak:
temiz.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
Sâni-i zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi sanatla
yaratan Allah.
sema:
gökyüzü, gök.
semerat:
semereler.
sıfat-ı kemaliye:
olgunluk be-
lirtisi olan vasıflar.
sual:
soru.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
taninendaz:
çınlayan.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
temin:
sağlama.
tevlit:
doğurma, sebep olma.
umum:
bütün, hepsi.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahit:
zatında ve sıfatlarında
tek ve yegane olan.
yekdiğer:
bir diğer.
1.
Arap şairi İbnü’l-Mu'tez’in bir mısraı.
B
akara
S
ureSi
| 240 | İşaratü’l-İ’caz