yaptıkları o muntazam hareketlerini gören bir vahşînin,
“Aralarındaki o nizamı idare edip birbiriyle bağlayan ip
gibi bir şey mevcuttur” diye vahşîce ettiği vehme benzer.
Binaenaleyh, vicdanı ve aklı vahşî olan bir adam, sathî
ve tebeî bir nazarla devam ve istimrarını muhafaza eden
tabiatın müessir bir mevcud-i haricî olduğuna ihtimal ve-
rebilir.
Hülâsa,
tabiatAllah’ınsanatıveşeriat-ıfıtriyesidir;ne-
vamisiseonunmeseleleridir,kuvadahiomeselelerin
hükümleridir
.
Tevhide geçiyoruz:
Kur’ân-ıKerîm,Sâniinvahdetinedairdelillerdenhiç-
birşeyterketmemiştir
. Bilhassa, “
ArzvesemadaAl-
lah’tanbaşkailâhlarolmuşolsaidiler,şugörüneninti-
zamfesadauğrardı
” manasında olan,
(1)
Én
Jn
ó°n
ùn
Øn
d *G s
’p
G l
án
¡p
d'
G BÉ n
ªp
¡«p
a n
¿Én
c r
ƒn
d
ayetinin tazammun etti-
ği “bürhanü’t-temânü” sâniin vahit ve müstakil olduğu-
na kâfi bir delildir. Ve istiklâliyet, ulûhiyetin zatî bir has-
sası ve zarurî bir lâzımı olduğuna nurlu bir bürhandır.
EyArkadaş!
Bahsinde bulunduğumuz ayetin evvelinde bulunan
(2)
Gho
óo
Ñ`r
Yo
G
emri, İbni Abbas’ın tefsirine nazaran, insanları
tevhide davet eden bir emirdir. Ve aynı zamanda, bu
ayet, heyet-i mecmuasıyla tevhide işaret eden pek lâtif
ve güzel bir bürhanı tazammun etmiştir. Şöyle ki:
zik, narin.
mana:
anlam.
mesele:
konu.
mevcud-i haricî:
dışta varlığı bu-
lunan bir şey, hayalî veya vehmî
olmayan, maddî vücudu bulunan
eşya.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müessir:
tesir eden, tesirini göste-
ren, eser ve iz bırakan.
müstakil:
başlı başına, kendi ba-
şına, kendi kendine, ayrıca, ba-
ğımsız.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
nevamis:
kanunlar, şeriatlar.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
sema:
gökyüzü, gök.
şeriat-ı fıtriye:
kâinatta düzeni ve
ahengi sağlayan, bütün varlıkların
uymak zorunda olduğu kanun ve
kuralların tamamı.
tabiat:
kâinatın düzenini devam
ettiren kanun.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tebeî:
kastî olmayan, tâbi olarak
başkasının vücudu ile devam
eden.
tefsir:
yorum, şerh.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
ulûhiyet:
ilahlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahit:
zatında ve sıfatlarında tek
ve yegâne olan.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zarurî:
zorunlu.
zatî:
zata ait, zatın kendisinden
olan, kendisiyle ilgili, kendine ait.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bilhassa:
özellikle.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
bürhanü’t-temânü:
Allah’ın
ortağı, şeriki olamayacağını;
bunun, ulûhiyetin bir gereği
olduğunu ispat eden delil.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
evvel:
önce.
fesat:
bozukluk, karışıklık, ni-
fak.
hassa:
özellik.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün gösterdi-
ği hâl ve manzara.
hülâsa:
kısaca, özet.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
intizam:
düzen, düzenlilik.
istiklâliyet:
bağımsızlık.
istimrar:
sürme, sürüp gitme,
uzayıp gitme.
kâfi:
yeterli.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz.
Muhammed’e vahiyle indirilen
en son İlâhî kitap.
kuva:
kuvvetler, güçler, takat-
ler.
lâtif:
yumuşak, hoş, güzel, na-
1.
Enbiya Suresi: 22.
2.
İbadet ediniz... (Bakara Suresi: 21.)
İşaratü’l-İ’caz | 239 |
i
BadeT ve
T
evhid
B
ahSi