Cenab-ı Hak, hususî eserlerine menşe ve kendisine lâ-
yık kemalâtına mehaz olmak üzere, her ferde ve her
nev’e has ve müstakil bir vücut vermiştir. ezel cihetine
sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nevi yoktur. Çünkü,
bütün enva,
imkân’
dan
vücup
dairesine çıkmamışlardır.
Ve teselsülün de batıl olduğu meydandadır. Ve âlemde
görünen şu tagayyür ve tebeddül ile, bir kısım eşyanın
hudusu, yani yeni vücuda geldiği de gözle görünüyor. Bir
kısmının da hudusu zaruret-i akliye ile sabittir. demek,
hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez.
Ve keza, ilmü’l-hayvanat ve ilmü’n-nebatatta ispat
edildiği gibi, envaın sayısı iki yüz bine baliğdir. Bu nevi-
ler için birer
âdem
ve birer
evvelbaba
lâzımdır. Bu evvel
babaların ve âdemlerin daire-i vücupta olmayıp, ancak
mümkinattan olduklarına nazaran, behemehâl vasıtasız,
kudret-i İlâhiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünkü, bu
nevilerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri batıldır.
Ve bazı nevilerin başka nevilerden husule gelmeleri te-
vehhümü de batıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi, ale-
lekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar; tenasül ile bir
silsilenin başı olamaz.
Hülâsa,beşeriyetvesairhayvanatınteşkilettiklerisil-
silelerinmebdei,enbaştabirbabadakesildiğigibi,enni-
hayetidesonbiroğuldakesilipbitecektir
.
evet, şuursuz, ihtiyârsız, camit, basit olan esbab-ı tabi-
iyenin bütün akılları hayrette bırakan o enva silsilelerinin
icadına kabiliyeti olduğu, daire-i imkândan hariçtir.
imkân:
olabilirlik, olanak.
inkıta:
kesilme, arkası gelmeme,
devam etmeme, devamlı olma-
ma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fi-
iller, tasarruflar.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
mebde:
başlangıç.
mehaz:
menba, kaynak.
menşe:
esas, kaynak.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dahilindekiler, ola-
bilir şeyler.
müstakil:
tek kişi, tek olarak.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
nesil:
soy, zürriyet.
nevi:
tür, çeşit.
nihayet:
son.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
silsile:
birbirini takip eden şeyle-
rin meydana getirdiği sıra.
silsile:
seri, dizi.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tenasül:
üreme, birbirinden do-
ğup üreme, nesil yetiştirerek ço-
ğalma.
teselsül:
arda arda gelme, birbiri-
ni takip etme, zincirleme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tevehhüm:
vehmine kapılmak,
öyle zannetmek.
vasıta:
vesile, neden, aracı.
vücup:
vacip ve lüzumlu olma,
varlığı gerekli olma, gerekme.
vücut:
beden, ceset.
zaruret-i akliye:
akla göre mutla-
ka olması gereken şeyler.
zarurî:
zorunlu.
İşaratü’l-İ’caz | 235 |
i
BadeT ve
T
evhid
B
ahSi
adem:
yokluk, hiçlik.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
alelekser:
ekseriya, çoğunluk-
la, çok kez, çok vakit.
âlem:
dünya, cihan.
baliğ:
ulaşmış, erişmiş.
batıl:
boş, beyhude, yalan, çü-
rük, hurafe; dinde yeri olma-
yan, dinî hükümlere zıt.
behemehâl:
mutlaka, elbette,
ne yapıp edip.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
camit:
ruhsuz, cansız madde.
daire-i imkân:
mümkün olan,
şartların hâkim olduğu âlem.
daire-i vücup:
tebeddül ve te-
gayyür etmeyen, varlığı terci-
he bağlı olmayan ve mümki-
nat âleminin ötesindeki âlem,
daire.
ekser:
pek çok.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esbab-ı tabiiye:
tabiî, olağan
sebepler.
evvel baba:
ilk ata, bir türün
ilk bireyi.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman, öncesizlik.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek
zamanı birden içine alıp, za-
manla sınırlı olmamak.
hariç:
dışında.
hayvanat:
hayvanlar.
hudus:
sonradan meydana
gelme, yok iken var edilme.
hususî:
özel.
hülâsa:
kısaca, özet.
icat:
vücuda getirme, getiril-
me, yoktan var etme, ibda.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
ilmü’l-hayvanat:
hayvanları
konu alan ilimler, zooloji.
ilmü’n-nebatat:
bitkileri konu
alan ilim, botanik.