Ve keza, kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garip ve
birer sanat-ı acip taşıyan o envaın ihtiva ettikleri efradın
da, ihtira ve yaratılışlarını o esbaba isnat etmek, yalnız
bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir.
Binaenaleyh, o silsileleri teşkil eden enva ile efrat, hu-
dus ve imkân lisanıyla Hâlık’larının vücub-i vücuduna
kat’î bir şahadetle şahadet ediyorlar.
Sual:
Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-i vücuduna kat’î
şahadetleri göz önünde olduğu hâlde, bazı insanların
madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zahip
olmakla dalâlete düştüklerinin esbabı nedendir?
Cevap:
kasıt ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir
nazarla, muhal ve batıla mümkün nazarıyla bakılabilir.
Meselâ, bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayan-
lar içinde ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilâ-
li görmek için bütün kasıt ve dikkatiyle nazarını göğe tev-
cih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpik-
lerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen be-
yaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. o zat, derhal, “Hilâli gör-
düm” der; “İşte bu gördüğüm aydır” diye hükmeder.
İşte, sathî ve dikkatsiz nazarlar, bu gibi hatalara düş-
tükleri gibi; yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiye-
te malik olan insan, kastı ve dikkatiyle daima hak ve ha-
kikati ararken, bazen sathî ve dikkatsiz bir nazarla batıla
bakar. o batıl da ihtiyârsız, talepsiz, davetsiz, fikrine
gelir. Fikri de, çarnaçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve
tasdikine de mazhar olur. Fakat, onun o batılı kabul ve
batıl:
dinde yeri olmayan, dinî hü-
kümlere zıt.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cevher:
değer, kıymet.
çarnaçar:
ister istemez, mecburi-
yetle.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
efrat:
fertler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek za-
manı birden içine alıp, zamanla sı-
nırlı olmamak.
hadeka:
gözbebeği.
hakikat:
gerçek, doğru.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hilâl:
yeni ay.
hudus:
sonradan çıkma, sonradan
meydana gelme, sonradan peyda
olma, yok iken vücuda gelme.
hurafe:
dinin aslına uymayan,
sonradan dinî bilgiler arasına ka-
rışmış olan uydurma, batıl inanış.
ihtira:
yeni bir şey bulma, benzeri
görülmemiş bir şey icat etme, vü-
cuda getirme.
ihtiva:
içine alma, içinde bulun-
durma.
ihtiyâr:
irade, tercih.
imkân:
olabilirlik, olanak.
isnat:
dayanma, dayandırma.
B
akara
S
ureSi
| 236 | İşaratü’l-İ’caz
kasıt:
niyet, düşünce.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı
çevreleyen ezelî kuvveti.
lisan:
dil.
mahiyet:
durum, vaziyet.
malik:
sahip.
meselâ:
örneğin.
meşgul:
uğraşma, ilgilenme.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
muhal:
imkânsız, olması
mümkün olmayan.
muhalât:
muhaller, olması
mümkün olmayanlar.
nakş-ı garip:
garip nakış,
bambaşke hayret verici nakış.
nazar:
bakış, dikkat.
sanat-ı acibe:
hayret verici
sanat, şaşırtıcı sanat.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sathî:
yüzeysel.
silsile:
birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sı-
ra.
sual:
soru.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
talep:
isteme, dileme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
vücub-i vücut:
Allah’ın varlığı-
nın gerekliliği, yokluğunun dü-
şünülememesi.
zahip:
bir zanna kapılan, bir
fikre uyan.
zat:
kişi, şahıs.