Mukaddeme
Akaidîveimanîhükümlerikavivesabitkılmaklame-
lekehâlinegetiren,ancakibadettir.Evet,Allah’ınemir-
leriniyapmaktanvenehiylerindensakınmaktanibaret
olanibadetle,vicdanîveaklîolanimanîhükümlerterbi-
yevetakviyeedilmezse,eserlerivetesirlerizayıfkalır.
Bu hâle, âlem-i İslâm’ın hâl-i hazırdaki vaziyeti şahittir.
Vekeza,ibadetdünyaveahiretsaadetlerinevesileol-
duğugibi,meaşvemeade,yanidünyaveahiretişlerini
tanzimesebeptirveşahsîvenev’îkemalâtavasıtadırve
Hâlıkileabdarasındapekyüksekbirnispetveşereflibir
rabıtadır.
İbadetindünyasaadetinevesileolduğunuizaheden
cihetler:
Birisi:
İnsan,bütünhayvanlardanmümtazvemüstes-
naolarak,acipvelâtifbirmizaçlayaratılmıştır.Omizaç
yüzünden,insandaçeşitçeşitmeyiller,arzularmeydana
gelmiştir.meselâ,insanenmüntehapşeyleriister,en
güzelşeyleremeyleder,ziynetlişeyleriarzueder,insani-
yetelâyıkbirmaişetvebirşerefleyaşamakister.
Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair
hacetlerini istediği gibi, güzel bir şekilde tedarikinde çok
sanatlara ihtiyacı vardır. o sanatlara vukufu olmadı-
ğından, ebna-i cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur
olur ki; her birisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele
meydana gelen bilgi ve maharet.
mesai:
çalışma.
meselâ:
örneğin.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
mizaç:
huy, tabiat, fıtrat.
mukaddeme:
başlangıç.
mübadele:
değiş-tokuş, karşılıklı
olarak değiştirme.
mümtaz:
ayrıcalıklı, seçkin.
müntehap:
seçkin, güzide, müm-
taz.
müstesna:
istisna olan, hariç.
nehiy:
yasaklama, menetme, bir
işin yapılmaması konusunda tem-
bihte bulunma.
nev’î:
cinse ait, türle ilgili.
nispet:
ilgi, bağ, münasebet.
rabıta:
ilişki, bağ.
saadet:
mutluluk.
sabit:
durağan, değişmeyen; is-
patlanmış.
semere-i sa’y:
çalışmanın seme-
resi, gayretin meyvesi; çalışma so-
nucu elde edilen kâr, fayda.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şeref:
onur, haysiyet.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma, teyit ve tasdik etme.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, eğitme.
teşrik-i mesai:
mesaileri birleştir-
me, birlikte çalışma, işbirliği yap-
ma, bir işi beraber yapma.
vasıta:
vesile, neden, aracı.
vaziyet:
durum.
vesile:
yol, vasıta, sebep.
vicdanî:
vicdanla, kalbî his ile ilgi-
li, vicdana ait.
vukuf:
anlama, bilme, haberli ol-
ma.
ziynet:
süs, bezek.
İşaratü’l-İ’caz | 227 |
i
BadeT ve
T
evhid
B
ahSi
abd:
kul.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
akait:
İslâmın imanla ilgili
esasları ve hükümleri.
aklî:
akla dayanan, akıl ile ilg-
lil.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
arz:
sunma.
arzu:
istek, heves, niyet.
cihet:
yan, yön, taraf.
ebna-i cins:
aynı cinsten olan-
lar.
hacet:
ihtiyaç.
hâle:
durum, vaziyet.
Hâlık:
yaratıcı; Allah.
hâl-i hazır:
şimdiki zaman,
hâl.
hüküm:
karar, emir, buyruk.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
imanî:
imana dair olan, iman-
la ilgili.
insaniyet:
insanlık, bütün in-
sanlar.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâtif:
hoş.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
maişet:
geçim, geçinme.
mead:
ebedî hayat, ahiret ha-
yatı için gerekli maddeler.
meaş:
dünya hayatı için ge-
rekli maddeler.
meleke:
bir şeyi çok kez tek-
rarlayarak ve tecrübe ederek