tahkiki ifade eden
(1)
s
¿p
G
dâhil olduğu hükmün sabit ve
sarsılmaz hakikatlerden olduğuna delâlet ettiği gibi, me-
selenin azametini ve vüs’atini ve dikkatini ve nev-i beşe-
rin bu gibi meselelerde âciz, zayıf ve kàsır olduğunu rem-
zen gösteriyor. Çünkü, bu gibi yakinî meselelerde tered-
düdü intaç eden, ancak vehimlerdir. Vehimleri tevlit
eden, zaafiyet, acz, kusurdur. Bunlar ise, insanın tıyne-
tiyle yoğrulmuş sıfatlardır.
*n
G
lâfza-i Celâlinin burada sarahaten zikredilmesi, bu
cümledeki hükmü ispat eden delile işarettir. Çünkü bü-
tün mevcudat taht-ı tasarrufunda ve daire-i şümulünde
bulunan kudret, sair sıfatlar gibi, ulûhiyetin lâzımesidir.
(2)
'
¤n
Y
kelimesinden anlaşılır ki, ademden eşyayı çıka-
ran kudret, o eşyayı mühmel ve başıboş bırakmaz. An-
cak hikmetin murakabesi ve nezareti altında terbiye eder
ve ettirir.
(3)
u
?o
c
edatından anlaşılır ki, esbabın bütün eserleri ve
hâsıl-ı bilmastar denilen ef’al-i ihtiyâriyeye terettüp eden
eserler, tamamen kudrete bağlıdır. Mevcuda ve mevcu-
data şey ve eşya denilmesi, meşiet-i İlâhiyenin taallûkun-
dan neş’et ettiğine nazaran,
(4)
m
Ar
Àn
T
tabirinden anlaşılır ki,
eşya vücuda geldikten sonra da sâni’den alâkası kesil-
mez. Vücudun tekerrüründen ibaret olan bekaları için,
daima sânia muhtaçtırlar.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kàsır:
kısa.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar; Al-
lah’ın bütün varlığı çevreleyen
ezelî kuvveti.
kusur:
eksiklik, noksan.
lâfza-i celâl:
Allah lâfzı, kelimesi.
lâzıme:
lâzım olan.
mesel:
örnek, numune, misal.
meşiet-i İlâhiye:
Cenab-ı Hakka
ait, Onun bilgisi, arzusu, isteği ve
iradesi altında olan; Allah’ın varlık-
lar üzerindeki iradesi.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
muhtaç:
gerek duyan.
murakabe:
kontrol, denetleme.
mühmel:
ihmal edilmiş, bırakıl-
mış; önemsiz.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nezaret:
gözetme, bakma.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
sabit:
durağan, değişmeyen; is-
patlanmış.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sarahaten:
açıkça, açıktan açığa.
sıfat:
vasıf, nitelik.
taallûk:
alâkalı, münasebetli ol-
ma.
tabir:
ifade; deyim.
tahkik:
inceleme, araştırma.
taht-ı tasarruf:
idare altında.
tekerrür:
tekrarlanma.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, eğitme.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
terettüp:
ait olma, icap etme, ge-
rekme.
tevlit:
doğurma, sebep olma.
tıynet:
yaratılış, tabiat, maya, mi-
zaç, huy, karakter.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
vüs’at:
genişlik, bolluk.
yakinî:
şüphe edilmeyecek dere-
cede kesin olan şeyler.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zikir:
anma, bildirme.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adem:
yokluk, hiçlik.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
dâhil:
içeri, iç.
daire-i şümul:
kapsam daire-
si.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
ef’al-i ihtiyâriye:
kişinin ken-
di isteğiyle yaptığı işler, kişinin
kendi ihtiyârî fiilleri.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâsıl-ı bilmastar:
gerçek tesir
sahibinden meydana gelen fi-
il. (ateş ederek bir adamı öl-
dürmede, ateş etmek mastar,
adamın ölmesi hâsıl-ı bilmas-
tardır.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüküm:
karar, emir.
1.
Şüphesiz ki.
2.
Üzerine, üzerinde.
3.
Hepsi, tümü.
4.
Nesne, şey.
İşaratü’l-İ’caz | 225 |
m
ünafıklar
B
ahSi