ikinci temsilin arasındaki münasebete bakarak şöyle sil-
sileli bir kaç cümleyi ihtar ediyor: onlar şenlikli olan yer-
lerden firar ettiler. Şehirlilikten nefret ettiler. gecenin is-
tirahat zamanı olduğuna dair kanuna muhalefet ettiler.
Hem, nasihatlere itaat etmeyerek sanki necatları çöller-
de imiş gibi sahralara düştüler. en nihayet haybet ve
hüsrana uğrayarak her taraftan Allah’ın belâsına maruz
kaldılar.
*n
G
: Bu kelime-i mübareke ise, onların son ümit ve re-
calarının kesildiğine işarettir. Çünkü musibetzede olan
bir adam, evvel ve ahir Allah’ın merhametine iltica et-
mekle müteselli olur. Hâlbuki, Allah’ın kahır ve gazabı-
na müstahak olanın, elbette ve elbette necatından ümidi
ve recası kesilir.
(1)
l
§«/
ëo
e
kelimesi, onları ihata eden musibetlerin Al-
lah’ın âsâr-ı azameti olduğuna işarettir. Yani, gökler, bu-
lutlar, yağmurlar, geceler onlara cihat-ı sitteden hücum
ettikleri gibi, Allah’ın da gazap ve beliyyatı onları her ta-
raftan ihata etmiştir.
Ve keza, Allah’ın bütün kâinatı ihata eden ilim ve kud-
reti ve bütün zerrata şamil olan emirleri göz önüne geti-
rilirse,
l
§«/
ëo
e
kelimesinden şöyle bir ihtar fışkırmaya baş-
lar: “ey kâfirler! semavat ve arzın dışarısına çıkamazsı-
nız. dâhilde ise, her nereye kaçacak olursanız olunuz,
Allah ilim ve kudretiyle her yerde hâzır ve nazırdır.”
ahir:
sonra.
arz:
yer, dünya.
âsâr-ı azamet:
büyüklük izleri,
büyüklük işaretleri.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beliyyat:
belâlar, felâketler, ke-
derler, tasalar.
cihat-ı sitte:
altı cihet, altı taraf.
(sağ-sol, ön-arka ve alt-üst.).
dâhil:
içeri, iç.
dair:
alâkalı, ilgili.
evvel:
önce.
firar:
izinsiz veya nizamsız olarak
ortadan kaybolma, savuşmak.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
haybet:
mahrumiyet, mahrum-
luk.
hüsran:
ümit edilenin elde edile-
memesinden duyulan elem, mah-
rumiyet acısı.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ilim:
bilgi, marifet.
iltica:
sığınma, barınma.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kahır:
büyük eziyet, cefa, zulüm.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kelime-i mübareke:
mübarek
kelime.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
muhalefet:
karşı olanlar.
musibet:
felâket, belâ.
musibetzede:
musibet gör-
müş, felâkete uğramış, belâ-
ya, kazaya uğrayan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müstahak:
lâyık olunan, hak
edilen şey.
müteselli:
teselli bulan, avu-
nan.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye,
güzele sevk etmek için yapı-
lan konuşma.
nazır:
nezaret eden, bakan,
gözeten.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nihayet:
en sonunda.
reca:
umma, ümit etme, ümit
hâli, dileme.
semavat:
semalar, gökler.
silsile:
seri, dizi.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
zerrat:
zerreler, atomlar.
1.
Kuşatan. (Bakara Suresi: 19.)
B
akara
S
ureSi
| 216 | İşaratü’l-İ’caz