İşaratü'l İ'caz - page 207

eğer hikmet-i İlâhiyeye bakılırsa, yağmurun nüzulü an-
cak küre-i havaiyede münteşir ve küre-i havaiyenin onda
bir cüz’ünü teşkil eden buhar-ı mâînin tekâsüfünden
husule geliyor.
zira,hikmet-iİlâhiyebütüneşyadaengü-
zelbirnizamteşkiletmiştir.Bunizam,eşyadakimuvaze-
ne-iumumiyeninmuhafazasınahizmeteder.Bumuva-
zeneninmuhafazasıdaenyakınveenkolayveenkısa
yollarıtercihetmekleolur.
Yağmur yağması hakkında en kısa yol şöyle tarif edi-
lebilir: tabaka-i havaiyede münteşir buhar-ı mâînin zer-
relerine irade-i İlâhiye emrettiği vakit, o zerreler her ta-
raftan “lebbeyk!” diyerek toplanmaya başlarlar ve bulut
şeklini alıp, irade-i İlâhiyeye emirber olarak hazır durur-
lar. Yine irade-i İlâhiyenin emriyle bir kısım zerreler şid-
det-i tazyik ve tekâsüfle beraber tebârüd ederek, katrele-
re inkılâp ederler. sonra kanunların mümessilleri ve ni-
zamatın ma’kesleri denilen melâikelerden, o katrelere
münasip yaratılan melâikeler vasıtasıyla, o katreler mü-
zahemetsiz, müsademesiz nüzul ederler ve yere düşerler.
lâkin cevv-i havada muvazenenin muhafazası için yağan
katrelerden boş kalan yerler, denizlerden ve yerlerden
kalkan buharlarla doldurulur.
İhtar:
Semada büyük bir denizin bulunduğuna edilen ze-
hap, mecazın hakikat zannedildiğinden ileri gelmiş-
tir. Evet, cevv-i hava, denizin rengini andırır. Ve kü-
re-i havaiyede, münteşir bahr-i muhitten fazla su
vardır. Binaenaleyh, cevv-i havayı denize teşbih et-
mek, baid değildir. Fakat, mana-i hakikî ile bakılırsa
hatadır.
müsademe:
çarpışma, tokuşma,
vuruşma, birbirine çarpma.
müzahemet:
zahmet, sıkıntı ver-
me.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
nizamat:
nizamlar, düzenler.
nüzul:
inme, iniş, gökten dünyaya
geliş.
sema:
gökyüzü, gök.
şiddet-i tazyik:
baskının şiddeti,
derecesi; aşırı, şiddetli baskı.
tabaka-i havaiye:
hava tabakası,
atmosfer.
tarif:
etrafıyla anlatma, anlatılma,
etrafıyla bildirme, bildirilme.
tebârüd:
soğuma, soğuşma.
tekâsüf:
kesifleşme, yoğunlaşma,
sıklaşma, koyulaşma.
teşbih:
benzetme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
vasıta:
aracı.
zan:
sanma, kesin olarak bilmek-
sizin kuvvetli ihtimalle hükmet-
me.
zehap:
bir fikre veya zanna kapıl-
ma.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zira:
çünkü, şundan dolayı.
İşaratü’l-İ’caz | 207 |
m
ünafıklar
B
ahSi
bahr-i muhit:
okyanus.
baid:
uzak, ırak.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
buhar-ı mâî:
su buharı.
cevv-i hava:
hava boşluğu.
cüz:
kısım, parça, bölük.
emirber:
emir eri.
hakikat:
gerçek.
hikmet-i İlâhiye:
Allah’ın hik-
meti, mahlûkatın yaratılışında
Allah’ın gayeleri.
husul:
olma, meydana gelme.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlat-
ma, uyarı.
inkılâp:
birhalden diğer bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın irade-
si, Cenab-ı Hakkın dilediğini
yapabilme gücü, kudreti.
katre:
damla.
küre-i havaiye:
hava küre, at-
mosfer.
lebbeyk:
Buyurun, emredin,
efendim.
mana-i hakikî:
gerçek, doğru,
asıl, mana.
mecaz:
bir kelimenin gerçek
manasında kullanılamayıp, il-
gi, alâka ve benzerlik bağı bu-
lunan başka bir manada kul-
lanılması.
melâike:
melek, melekler.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
muvazene:
denge, ölçü, kıyas,
mukayese.
muvazene-i umumiye:
genel
ölçü, denge, uygunluk.
mümessil:
temsil eden, tem-
silci.
münasip:
uygun.
münteşir:
yayılan, yayılmış,
açılmış; dağınık.
1...,197,198,199,200,201,202,203,204,205,206 208,209,210,211,212,213,214,215,216,217,...576
Powered by FlippingBook