Ve keza,
(1)
r
hn
G
kelimesi, huruf-i atıftan terakkiyi ifade
eden
(2)
r
?n
H
kelimesinin manasını mutazammındır. Çün-
kü, ikinci temsil birinci temsilden daha şedittir.
(3)
m
Öu
«°n
ü`n
c
’deki
n
?
, münafıkları yağmura teşbih etmek
içindir. Hâlbuki, birbirine müşabih değildir, aralarında
mutabakat yoktur. öyle ise,
müşebbehü’n-bih
olacak
şey, mukadderdir. zikredilmemesi, lâfzın icaz ve ihtisarı
içindir. lâfzındaki icaz da, mananın itnabı, yani uzatıl-
ması içindir. Mananın bu uzatılması da, sâmiin vüs’at-i
hayaline havale edilir ki, makama münasip cümleleri ta-
yin etsin. Meselâ,
m
á n
?` r
«n
dn
h m
án
«p
dÉn
N n
ABG n
ôr
ë°n
U ?/
a Gh o
ôn
aÉn
°S n
øj/
òs
`dÉn
c r
hn
G
o
Ö«°/
üo
j l
án
Ñ«°/
üo
e r
ºo
¡r
àn
HÉ°n
Un
Én
a m
án
ªp
?` r
¶o
e
gibi, münafıklara
müşebbe-
hü’n-bih
olmaya uygun ve uzun bir cümleyi takdir edebi-
lir. Yani, “
münafıklarhâlîbirsahrada,zulmetlibirgece-
deseferederlerken,yağmurmusibetinetutulanyolcular
gibidir
.”
İhtar:
Herkesin bildiği
(4)
l
ôn
£n
e
kelimesine, me’lûf olmayan
(5)
l
Öu
«°n
U
kelimesinin tercihen zikredilmesi, o yağmu-
run katreleri güya birer musibet olup, onların ruh ve
canlarına mermi gibi kasten atıldığına işarettir.
sonra, yağmurun çıplak olan sema cihetinden yağdı-
ğı herkesçe malûm olduğu hâlde
(6)
p
ABÉ n
ª° s
ùdG n
øp
e
kaydıyla
kayıt:
deftere yazılan şey.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâf:
ifade, söz.
lâfız:
söz, kelime, ağızdan çıkan,
manalı veya manasız söz.
makam:
yer, mevki.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
mukadder:
takdir edilmiş.
musibet:
felâket, belâ.
mutabakat:
uyma, uygunluk, bir-
birini tutma.
mutazammın:
içine alan, kapsa-
yan, havi.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
münasip:
uygun.
müşabih:
birbirine benzeyen, ara-
larında benzerlik bulunan şeyler-
den her biri.
müşebbehü’n-bih:
kendisine
benzetilen.
ruh:
can.
sahra:
büyük çöl, geniş saha.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
sefer:
yolculuk, seyahat.
sema:
gökyüzü, gök.
şedit:
şiddetli.
takdir:
İlâhî takdir, kader.
tayin:
belirleme, gösterme, sınırı-
nı çizme.
temsil:
benzetme, misal getirme.
terakki:
artma.
tercihen:
seçerek, belirleyerek.
teşbih:
benzetme.
vüs’at-i hayal:
hayalin genişliği.
zikir:
anma, bildirme.
zulmet:
karanlık.
cihet:
yan, yön, taraf.
güya:
sanki.
hâlî:
tenha, boş, ıssız.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
huruf-i atıf:
bağlaç, mana bü-
tünlüğünü sağlamak için cüm-
le ve kelime aralarında kulla-
nılan harf.
icaz:
az sözle çok mana ifade
etme.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlat-
ma, uyarı.
ihtisar:
kısaltma, özetleme.
itnap:
sözün uzun tutulması,
uzatılması; daha kısa anlatımı
mümkün olduğu hâlde uzun
anlatımı tercih etme.
kasten:
bile bile, isteyerek,
kasıtlı olarak.
katre:
damla.
1.
Yahut. (Bakara Suresi: 19.)
2.
Hatta.
3.
Şiddetli bir yağmur. (Bakara Suresi: 19.)
4.
Yağmur.
5.
Şiddetli yağmur. (Bakara Suresi: 19.)
6.
Gökten. (Bakara Suresi: 19.)
İşaratü’l-İ’caz | 205 |
m
ünafıklar
B
ahSi