görmüş ve tamamıyla işitmiş değillerdir ki, onları hakkıy-
la bilsinler.
(1)
p
är
ƒn
Ÿr
G n
Qn
òn
M p
?p
YGn
ƒ° s
üdG n
øp
e r
ºp
¡p
fGn
P'
G?/
a r
ºo
¡n
©p
HÉn
°Un
G n
¿ƒo
?n
©r
én
j
: Bu
cümle müste’nifedir, yani mâkabliyle bağlı değildir. An-
cak mukadder bir suale cevaptır. Şöyle ki:
Vakta ki sâmi şu ikinci kıssa-i temsiliyeyi işitti; şüphe-
siz musibetin keyfiyetini anlamak için şiddetli bir meyli
uyandı. Vakta ki, kur’ân-ı kerîm’in tasvirinden malûmat
aldı; musibetzede olan yolcuların da hâllerini ve o musi-
bete karşı ne yaptıklarını anlamak istedi. kur’ân-ı kerîm
(2)
r
ºp
¡p
fGn
P'
G?/
a r
ºo
¡n
©p
HÉ°n
Un
G n
¿ƒo
?n
©r
én
j
demekle, onları kurtaracak bir
melce kalmadığına ve necat bulmak hülyasıyla denizde
ellerini otlara uzatan boğulanlar gibi, semavî top ve man-
cınıklardan kurtulmak için kulaklarını tıkamaktan maada
çareleri kalmadığına işaret etmiştir.
Sual:
Makamın iktizası hilâfına,
(3)
n
¿ƒo
?p
Nr
óo
j
’nin yerine
(4)
n
¿ƒo
?n
©r
én
j
’nin kullanılması neye binaendir?
Elcevap:
Yolcular necatlarını intaç edecek hakikî se-
bepleri arayıp bulmaktan me’yus olduktan sonra kulak-
larını tıkamak gibi ca’lî ve zannî şeylere müracaat etmek
mecburiyetinde kaldıklarına işarettir.
karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçi-
mindeki eski bir savaş aleti.
me’yus:
yeise düşmüş, ümitsiz,
kederli.
mecburiyet:
mecbur olma, zaru-
rîlik durumu, zorunluluk.
melce:
sığınılacak yer.
meyil:
ilgi, alâka, istek.
mukadder:
takdir edilmiş.
musibet:
felâket, belâ.
musibetzede:
musibet görmüş,
felâkete uğramış, belâya, kazaya
uğrayan.
müracaat:
başvurma, danışma;
başvuru.
müste’nife:
yeniden başlayan.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
semavî:
semaya ait, gökten gelen.
sual:
soru.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya başka
ifade tarzlarıyla anlatma.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
zannî:
zanna ait, zanna bağlı, zan-
la ilgili.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
ca’lî:
sahte, yapmacıklı, düz-
me.
hakikî:
gerçek.
hâl:
durum, vaziyet.
hilâfına:
zıddına, tersine, aksi-
ne.
hülya:
hayal.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
intaç:
netice verme, sonuçlan-
dırma.
keyfiyet:
durum, nitelik.
kıssa-i temsiliye:
ibret alına-
cak misal, hikaye.
maada:
başka, gayri, -den
başka.
mâkabl:
öndeki, önündeki.
makam:
yer, mevki.
malûmat:
bilgi.
mancınık:
eskiden kale kuşat-
malarında ağır taşlar fırlatmak
için kullanılan, bir ucunda bir
kepçe, öbür ucunda da bir
1.
Şimşeklerin çakmasıyla ölmek korkusundan parmaklarını kulaklarına sokarlar. (Bakara
Suresi: 19.)
2.
Parmaklarını kulaklarına sokarlar. (Bakara Suresi: 19.)
3.
İdhal ederler.
4.
Koyuyorlar. (Bakara Suresi: 19.)
İşaratü’l-İ’caz | 213 |
m
ünafıklar
B
ahSi