hareket ve heyecana geldiğinde ra’d sedası, yani gök gü-
rültüsü meydana gelir. Fakat bu hâllerin cereyanı bir ni-
zam ve bir kanun altında olur ki, o nizamı ve o kanunu
temsil eden ra’d ve berk melekleridir.
Sual:
ra’d ve berkin
(1)
l
äÉn
ªo
?`o
X
kelimesine atıflarından
anlaşılır ki, bunların zarfı yağmurdur. Hâlbuki zarfları bu-
luttur, yağmur değildir.
Elcevap:
dehşetinden bayılmış olan sâmice, o yağmu-
run her şeyi ihata etmiş olduğu zannedildiğine göre, ra’d
ve berk de yağmurun içine aldığı şeylere dâhildir.
Sual:
zulümatın aksine, ra’d ve berkin müfret sigasıy-
la zikirleri neye işarettir?
Elcevap:
Yolcuların en çok nazar-ı hayretlerini celp
eden, semavatın bağırmasıyla mevcudatı anî olarak ışık-
landırmasıdır. Bunlar ise mana-i mastarîdir. Mana-i mas-
tarî müfret olur, fert ile ifade edilir. Ve keza, ra’d olsun,
berk olsun, semavî ayetlerden efradı pek çok birer nevi-
dirler. Burada onlardan maksat nevileridir, efratları de-
ğildir. onun için müfret olarak zikredilmişlerdir.
Sual:
ra’d ve berkteki tenvin neye işarettir?
Elcevap:
Ya mahzuf bir sıfata ıvazdırlar; takdir-i kelâm
ra’d-ı kasıf (pek gürleyen), berk-i hatif (göz kamaştıran)
demektir. Yahut ra’d ve berkin nekre ve meçhuliyetlerini
ifade içindir. Çünkü yolcular gözlerini yummuş, ku-
laklarını tıkamış olduklarından, ra’d ve berki olduğu gibi
anî:
birdenbire.
atıf:
bir şeyin oluşunu diğer bir şe-
ye bağlama, yükleme, isnat etme.
ayet:
delil.
berk:
şimşek.
berk-i hatif:
göz kamaştıran şim-
şek.
celp:
elde etme, kendine çekme.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
efrat:
fertler.
hâl:
durum, vaziyet.
ıvaz:
karşılık, bedel.
ihata:
kuşatma, içine alma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
mahzuf:
eski yazıda noktasız
harflerle yazılmış olan manzum
veya mensur söz.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
mana-i mastarî:
fiil köküne ait
mana, anlam.
meçhuliyet:
bilinmezlik, meçhul-
lük.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
müfret:
tekil, teklik; yalnız, tek.
nazar-ı heybet:
saygı, huşu ve
korkulu bakış.
nekre:
belirsiz isim.
nevi:
çeşit.
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
ra’d:
gök gürlemesi, gök gü-
rültüsü.
ra’d-ı kasıf:
çok kuvvetli gök
gürültüsü.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
seda:
ses, duyulan.
semavat:
semalar, gökler.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen.
sıfat:
vasıf, nitelik.
siga:
kip, fiilin çekiminden
meydana gelen; şahıs, zaman
ve vasfı değiştiren hâl.
sual:
soru.
takdir-i kelâm:
sözün kıyme-
ti.
temsil:
birinin, bir topluluğun
adına hareket etme.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
zarf:
bir fiilin, bir sıfatın veya
başka bir zarfın manasına yer,
zaman, nitelik, nicelik, bakım-
larından tamamlayan kelime-
ler; belirteç.
zikir:
anma, bildirme.
zulümat:
karanlıklar.
1.
Karanlıklar. (Bakara Suresi: 19.)
B
akara
S
ureSi
| 212 | İşaratü’l-İ’caz