İşaratü'l İ'caz - page 202

sanki berk söndüğü zaman, âlemi tamamen dumanıyla
dolduran hakikî, meçhul bir zulmet ateşi vücuda gelir ki,
gören adam sathî bir nazarla değil, nazar-ı im’an ile dik-
kat edip baksın ve kudretin âsâr-ı azametini görsün.
sonra sâmi, “
münafıklarşumusibetinçıkmazsokağı-
nagirdiklerindenegibibirtedbirdebulundular?
” diye
kendi kendine düşünmeye başlarken, kur’ân-ı kerîm dü-
şünmeye ihtiyaç bırakmadan
(1)
p
är
ƒn
ªr
dG n
Qn
òn
M p
?p
YGn
ƒ° s
üdG n
øp
e r
ºp
¡p
fGn
P'
G ?p
a r
ºo
¡n
©p
HÉn
°Un
G n
¿ƒo
?n
©r
én
j
diye, onlara bir melce, bir kurtuluş çaresi kalmadığına
işaret etmiştir. Hatta boğulan adam denizin ortasında bir
ot parçasına iltica ettiği gibi, bunlar da şaşkınlıklarından
parmaklarının ucunu değil, parmaklarının tamamını ku-
laklarına sokuyorlar. sanki onların musibetleri dehşet
kırbacıyla kendi ellerine vuruyor, onlar da acısından par-
maklarını ceplerine değil, şaşkınlıklarından kulaklarına
sokuyorlar.
Hülâsa, saikanın isabetinden kurtulmak zannıyla yap-
tıkları şu eblehâne hareketlerden, onların ne oldukları
anlaşılır.
sonra, sâmiin zihnine gelir ki: “
Acababumusibet
umumîmidir,yoksaonlaramımahsustur?
Buna karşı kur’ân-ı kerîm,
(2)
n
øj/
ôp
aÉn
µ`r
dÉp
H l
§«/
ë o
e *G n
h
de-
miştir. Yani bu musibet, onların nimetlere karşı yaptıkla-
rı küfranın cezasıdır. Allah onları bu musibetle tecziye
âlem:
dünya, cihan.
âsâr-ı azamet:
büyüklük izleri,
büyüklük işaretleri.
berk:
şimşek.
dehşet:
büyük tehlike karşısında
korkma ve şaşırıp kalma.
eblehâne:
akılsızcasına, ahmakça-
sına, aptalca.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı
çevreleyen ezelî kuvveti.
küfran:
iyilik bilmeme, görü-
len iyiliği unutma, nankörlük.
mahsus:
has, ait, özel.
meçhul:
bilinmeyen, hakkın-
da bilgi olmayan.
melce:
sığınılacak yer.
musibet:
felâket, belâ.
münafık:
nifak sokan, ara bo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen.
nazar-ı im’an:
derinlemesine
ve inceden inceye bakış; dik-
katli bakma.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
saika:
sevk eden, götüren, sü-
rükleyen, sebep olan, sebep.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
tecziye:
cezalandırma, ceza
verme.
tedbir:
önlem, yol, çare.
umumî:
herkese ait, genel.
zulmet:
karanlık.
1.
Şimşeklerin çakmasıyla ölmek korkusundan parmaklarını kulaklarına sokarlar. (Bakara
Suresi: 19.)
2.
Allah, kudretiyle kâfirleri kuşatmıştır. (Bakara Suresi: 19.)
B
akara
S
ureSi
| 202 | İşaratü’l-İ’caz
1...,192,193,194,195,196,197,198,199,200,201 203,204,205,206,207,208,209,210,211,212,...576
Powered by FlippingBook