Binaenaleyh, âlem-i ulvî ile âlem-i süflî arasındaki ve
dolayısıyla bulutlar ile dağlar arasındaki müşabehet ve mü-
nasebete binaen,
(1)
m
On
ôn
H r
øp
e Én
¡«/
a m
?Én
Ñp
L r
øp
e p
ABÉ n
ª° s
ùdG n
øp
e o
?u
õn
æo
jn
h
ayet-i kerîmesinin mana-i beliğânesi, “
Dağlarınbüyüklü-
ğünde,dolununrengindebulunansemadakibulutlardan
yağmurlarıinzalediyoruz
” demektir.
Bu güzel ve belâgatçe makbul, akıl ve mantığa muta-
bık mana dururken, ayetin zahirine yapışıp, beş yüz se-
nelik mesafeden iki dakikalık bir zaman zarfında yağmu-
ru cirm-i semadan yeryüzüne indirmek gibi sakat bir ma-
naya zahip olmak, kâr-ı akıl değildir. Hem, hikmet ve ik-
tisat ve adem-i abesiyet, bu yanlış zehabı reddeder.
Yolcuların gecesinin korkunç olduğunu göstermek
için zikredilen
(2)
l
äÉn
ªo
?`o
X p
¬«/
a
’deki
(3)
p
¬«/
a
’nin takdimi o mu-
sibetleri gecenin şiddet-i zulmetinden dehşet alanlarca
güya çok gecelerin zulmetleri toplanıp o gecenin zulme-
tine inzimam etmiş olduklarına işarettir.
Sual:
p
¬«/
a
’deki zamirin
(4)
m
Öu
«°n
U
’e raci olmasından,
yağmurun zarf, zulmetin mazruf olduğu anlaşılır. Hâlbu-
ki, kaziye makusedir; yağmur zulmetin içindedir?
Elcevap:
Yağmurun kesretinden dehşet alan yolcula-
rın zannıyla, güya şu boşluk yağmurla dolu bir havuzdur.
Ve o zulmetin zerreleri de o yağmurun katreleri arasına
dağılmıştır. İşte böyle bir zanna binaen, yağmur zarf, zul-
met mazruf olabilir.
adem-i abesiyet:
abes olmayış,
lüzumsuz olmayış.
âlem-i süflî:
süflî âlem, alt ve aşa-
ğıdaki âlem.
âlem-i ulvî:
yüce âlem.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cirm-i sema:
cisim ve hacim ola-
rak gökyüzü.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
güya:
sanki.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye.
iktisat:
israfsızlık, israftan kaçın-
ma.
inzal:
indirme, indirilme.
inzimam:
birbiri ile alâkalı oluş.
kâr-ı akıl:
aklın kabul edeceği iş,
akıllıca iş, akıl işi, akla uygun.
katre:
damla.
kaziye:
önerme, teklif, hüküm.
kesret:
çokluk, bolluk, fazlalık, zi-
yadelik.
makbul:
kabul edilmiş olan, alı-
nan, reddedilmeyen.
makuse:
başka bir şeyin zıddı, zıt,
ters.
mana-i beliğâne:
etkili, güzel, ye-
terince anlamlı.
mazruf:
iç, asıl, muhteva.
mesafe:
uzaklık, ara.
musibet:
felâket, belâ.
mutabık:
birbirine uyan, uygun.
münasebet:
ilgi, ilişki; münasiplik,
uygun olma.
müşabehet:
benzeme, benzeyiş.
raci:
bir şahıstan kinaye olan za-
mir, şahıs zamirlerinin gösterdiği.
sakat:
bozuk, hatalı.
sema:
gökyüzü, gök.
sual:
soru.
şiddet-i zulmet:
koyu karan-
lık, “zifir-i karanlık”.
takdim:
arz etme, sunma.
zahip:
bir zanna kapılan, bir
fikre uyan.
zahir:
görünen, görünücü.
zamir:
ismin yerini tutan keli-
meler.
zarf:
bir fiilin, bir sıfatın veya
başka bir zarfın manasına yer,
zaman, nitelik, nicelik, bakım-
larından tamamlayan kelime-
ler; belirteç.
zarfında:
süresince.
zehap:
bir fikre veya zanna
kapılma.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zikir:
anma, bildirme.
zulmet:
karanlık.
1.
Nur Suresi: 43.
2.
İçinde karanlıklar vardır. (Bakara Suresi: 19.)
3.
İçinde. (Bakara Suresi: 19.)
4.
Karanlıklar.
B
akara
S
ureSi
| 210 | İşaratü’l-İ’caz