eder. Çünkü onlar cumhur için vaz edilen kanun-i İlâhi-
yeden huruç etmişlerdir.
sonra sâmi, “
ra’dınşiddetinemukabil,berkinonlara
birfaydasıolmadımı?
” diye nefsiyle konuşurken;
kur’ân-ı kerîm,
(1)
r
ºo
gn
QÉ°n
ür
Hn
G o
?n
£r
în
j o
¥r
ôn
Ñ`r
dG o
OÉn
µ`n
j
cümlesiyle
berkin onlara bir faydası değil, bilakis “
ışığıylaonların
gözlerinihemenköredecekkadarbirşiddetgöstermek-
tedir
” diye sâmie cevap vermiştir. Âdeta ra’d kulakları-
na, berk de gözlerine ilân-ı husumet etmişlerdir.
sâmi baktı ki, ra’d ve berk vesaire gibi kâinatın ecza-
sı, müttefikan onların aleyhinde olup, onları itlâf etmek
için birbirine yardım ediyorlar. Bunlara karşı onların ne
yapacaklarını düşünmeye başladı. kur’ân-ı kerîm,
(2)
Gƒo
eÉn
b r
ºp
¡r
«n
?n
Y n
ºn
?`r
Xn
G B Gn
Pp
Gn
h p
¬«/
a Gr
ƒ°n
ûn
e r
ºo
¡n
d n
ABÉ°n
Vn
G BÉ n
ªs
?o
c
cümlesiyle,
onların hayret dairesinde, tereddüt içinde, şaşkın bir va-
ziyette, yollarını görüp yola devam etmek için cüz’î bir
fırsat beklemekte olduklarına ve berkin ziyasıyla yol gö-
ründüğü zaman devamından ümitsiz mezbuhane bir ha-
rekete geçerek bir iki adım attıklarına; fakat, zulmet bir-
denbire istilâ ettiğinde, yerlerinde incimat etmiş gibi bir
vaziyette kaldıklarına işaretle cevap vermiştir.
sâmi bu vaziyeti görünce suale geldi ve dedi: “
Buka-
dartazipleraltındaezilmektense,birdenbireölüpgitme-
leriveyahutbütünbütünsağırvekörolmalarıdahaiyi
değilmidir?
” diye sordu.
rültüsü.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
sual:
sorma, soruşturma.
şiddet:
sertlik, katılık, peklik.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
tereddüt:
karar verememe, şüp-
hede kalma.
vaz edilen:
yaratılan, var edilen,
konulan, yerleştirilen.
vaziyet:
durum.
vesaire:
ve başkaları, bunun gibi-
leri.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
zulmet:
karanlık.
âdeta:
sanki.
aleyh:
karşı, karşıt.
berk:
şimşek.
bilakis:
aksine, tersine.
cumhur:
halk, ahali, umum
topluluk.
cüz’î:
az bir parça.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
huruç:
çıkma, dışarı çıkma, çı-
kış.
ilân-ı husumet:
düşmanlığını
bildime.
incimat:
cansızlaşma.
istilâ:
kaplama, yayılma.
itlâf:
telef etme, öldürme, yok
etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kanun-i İlâhî:
İlâhî irade, İlâhî
kanun.
mezbuhane:
son ümit ve son
kuvvetle çırpınış.
mukabil:
karşılık.
müttefikan:
ittifak ederek,
hep beraber, birlikte.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duy-
gu.
ra’d:
gök gürlemesi, gök gü-
1.
Çakan şimşekler hemen hemen gözleri kör edecek şiddettedir. (Bakara Suresi: 20.)
2.
Onlar, şimşekler çaktığı ve etraf aydınlandığı zaman yürürler, karanlık çöktüğü vakit durur-
lar. (Bakara Suresi: 20.)
İşaratü’l-İ’caz | 203 |
m
ünafıklar
B
ahSi