sonra, zulmetli, yağmurlu geceler, alelekser gürültülü
olurlar. sâmi yine suale geldi ve dedi: “
Acabaonlarında
bugecelerindegürültüvarmıdır?
”
kur’ân-ı kerîm buna da cevaben
(1)
l
ór
Yn
Qn
h
diye, vaziye-
tin dehşet ve korkulu olduğuna işaret etmiştir. sanki,
mevcudatın bir zahirî padişahı olan sema, onları felâket-
lere ve helâketlere sevk etmek için, zemini sarsan gürül-
tüsüyle, her tarafı dehşetlere veren şimşeklerinin sesle-
riyle çağırıp bağırıyor. İşte böyle bir vaziyet karşısında,
böyle dehşetli bir musibete uğrayan bir adam, kendi sü-
kûtu içinde kâinatın her tarafından zararlı hareketlerin,
korkunç sayhaların kendisine gelmekte olduğunu tahay-
yül eder. Maahaza, ra’d sesini işittiği vakit, onun sayha-
larını kendine karşı pek şiddetli naaralar olduğunu zan-
neder.
sonra ra’d ve berk arasında bir refakat-i zikriye bulun-
duğundan, birisinden bahsedildiği zaman, ötekisi de, ve-
lev tufeylî bir surette olsun, yani davetsiz olarak zihnine
gelir, ondan da bahsedilir.
İşte bu münasebetle, kur’ân-ı kerîm,
l
ór
Yn
Q
’dan sonra
(2)
l
¥r
ôn
Hn
h
demiştir. Ve tenkiriyle, berkin pek garip ve acip
olduğuna işaret etmiştir.
evet, berkin çakmasıyla zulümat âlemi ölür. Her tara-
fı dolduran o zulümat, birdenbire ortadan kaldırılır, adem
deryasına atılır. Ve anî olarak berkin ölümüyle de, zulü-
mat âlemi tekrar dirilir, o vâsi meydanı tekrar kaplar.
lunma.
sâmi:
dinleyen, dinleyici.
sayha:
çağrı, çığlık, feryat.
sema:
gökyüzü, gök.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sual:
sorma, soruşturma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sükût:
susma, sessiz kalma.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
tenkir:
bir ismi harf-i tarifsiz kul-
lanarak belirsiz yapma.
tufeylî:
sonradan eklenen.
vâsi:
büyük.
vaziyet:
durum.
velev:
olsa da bile, hatta, ister.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
zemin:
yeryüzü.
zulmet:
karanlık.
zulümat:
karanlıklar.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adem:
yokluk.
alelekser:
ekseriya, çoğunluk-
la, çok kez, çok vakit.
âlem:
kendine has değişik
özellikleri bulunan yer, diyar.
bahis:
konu.
berk:
şimşek.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derya:
deniz.
felâket:
musibet, büyük dert,
bela.
garip:
hayret verici.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
kâinat:
dünya.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
musibet:
felâket, belâ.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı.
naara:
gür, yüksek sesle ba-
ğırma, haykırma, kabadayı
tavrıyla bağırma.
ra’d:
gök gürlemesi, gök gü-
rültüsü.
refakat-i zikriye:
zikir, tesbih
arkadaşlığı; birlikte zikirde bu-
1.
Gök gürültüsü. (Bakara Suresi: 19.)
2.
Şimşek. (Bakara Suresi: 19.)
İşaratü’l-İ’caz | 201 |
m
ünafıklar
B
ahSi