İşaratü'l İ'caz - page 222

takavvüs peyda olduğuna ve zulmetin anî hücumundan
tiksinerek ayağa kalkıp kaçanlar gibi bellerini doğrulttuk-
larına işarettir.
(1)
r
ºp
gp
QÉn
°ür
Hn
Gn
h r
ºp
¡p
©r
ª°n
ùp
H n
Ön
gn
òn
d *G n
ABÉ°n
T r
ƒn
dn
h
Bucümledekikelimelerinişaretlerinegelince:
evvelki cümlelerde gözlerini kör, kulaklarını sağır et-
mek şanında olan esbap zikredildikten sonra, bu cümle-
de müsebbebatı meşiet-i İlâhiye ile bağlar. sonra, evvel-
ki cümlelere atfeden
h
harfi, esbabın perdesi altında ta-
sarruf eden ve bütün esbap ve illetler üzerinde muraka-
be eden bu kudretin, ancak nazar-ı hikmet olduğuna işa-
rettir.
(2)
r
ƒn
d
: Bu kelimenin tazammun ettiği kıyas-ı istisnaî
şöyle tasvir edilebilir: Meşiet-i İlâhiyenin olmaması,
ze-
hap
,
sem’
ve
basar
’ın olmamasına illettir. zehap, sem’
ve basarın olmaması da, meşietin olmadığını bildirmeye
bir delil ve bir illettir. Ve keza, meşiet-i İlâhiyeden maa-
da bütün esbap tekemmül etmiş de olsa, ancak meşiet-i
İlâhiyenin taallûkuyla göz ve kulaklarının işi bitmiş olaca-
ğına işarettir.
(3)
n
ABÉ°n
T
tabiri, müsebbebatı esbapla bağlayan meşiet ve
irade-i İlâhiye olduğuna delâlet eder. öyle ise tesir kud-
ret’indir; esbap ise, kudret’in nazar-ı zahirîde umur-i ha-
sise ile mübaşereti görünmemesi için vaz edilmiş perde-
lerdir.
atıf:
bağlamak, yüklemek.
basar:
görme.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
illet:
sebep, gaye.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın iradesi, Ce-
nab-ı Hakkın dilediğini yapabilme
gücü, kudreti.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıyas-ı istisnaî:
neticesi veya ter-
si bizzat kendi içerisinde zikredi-
len kıyas şekli. güneş doğmuşsa,
gündüz olmuştur gibi.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar; Al-
lah’ın bütün varlığı çevreleyen
ezelî kuvveti.
maada:
başka, gayri, -den başka.
meşiet:
dileme, irade, istek.
meşiet-i İlâhîye:
Cenab-ı Hakka
ait, Onun bilgisi, arzusu, isteği ve
iradesi altında olan; Allah’ın varlık-
lar üzerindeki iradesi.
murakabe:
kontrol, denetleme.
mübaşeret:
bir işe başlama, giriş-
me, tutuşma, bulaşma, temas.
müsebbebat:
bir sebeple olanlar,
sebeple meydana çıkanlar, neti-
celer.
nazar-ı hikmet:
hikmet nazarı,
bilgi bakışı, bir şeyin gaye ve fay-
dalarını düşünerek bakma.
nazar-ı zahirî:
zahirî bakış, dış gö-
rünüşe ehemmiyet vererek yap-
ma.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
sem:
işitme.
şan:
şöhret, ün.
taallûk:
münasebet, rabıta.
tabir:
ifade; deyim.
takavvüs:
kavisleşme, yay gi-
bi eğri olma, yay biçimine gir-
me.
tasarruf:
idare, kullanım.
tasvir:
betimleme, başka bir
ifade ile anlatma.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleşme.
umur-ı hasise:
ufak ve değer-
siz işler.
vaz edilen:
yaratılan, var
edilen, konulan, yerleştirilen.
zehap:
gitme, bir fikre kapıl-
ma.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Eğer Allah murat etse idi, onların kulaklarının gözlerinin nurlarını götürürdü. (Bakara Suresi:
20.)
2.
Eğer. (Bakara Suresi: 20.)
3.
Dileseydi. (Bakara Suresi: 20.)
B
akara
S
ureSi
| 222 | İşaratü’l-İ’caz
1...,212,213,214,215,216,217,218,219,220,221 223,224,225,226,227,228,229,230,231,232,...576
Powered by FlippingBook